Trump'ın ABD'de seçilmesi, kitlelerin gösterdiği tepki diye ele alınırsa ve seçim daha otoriter bir yönetime doğru gidişse, bu durum, Fareed Zakaria'nın 1997'de yayınladığı 'İlliberal Demokrasilerin Yükselişi' başlıklı önemli makalesini bir noktada boşa çıkarmışa benziyor.
Zakaria çok ciddi şeyler söylüyor, ülkelerin sorununun demokrasiyle değil anayasal liberal düzenle ilişkili olduğunu vurguluyordu.
Daha açıkçası, demokrasinin gücü bir yönetimin otoriter eğilimlerini çözmeye yetmez ama eğer liberal özgürlükler işliyorsa, o ülke hiç demokrasiyle yönetilmese de sorunsuz şekilde yoluna devam eder diyordu.
Ona göre daha otoriter yapılardan gelen toplumlarda demokrasi bile daha otoriter bir öz kazanıyor, geçmişte daha demokratik ara yapılar (intermediate associations) kurmuş toplumlar ise liberal anayasal düzene daha kolay geçebiliyor, orada çıpa atabiliyorlardı.
Şimdi ABD eğer daha otoriter bir döneme giriyorsa suçu ABD'de liberal anayasal düzenin sorunlarına /eksikliğine mi bağlayacağız, olacak şey değil.
O zaman yeni bir neden bulmak gerek bu duruma.
***
İyi kötü beliren o 'olgu'
küreselleşme ile birlikte gelen
ekonomik dengesizliktir.
Bütün çalışmalar
son otuz yılda Batı
orta ve alt gelir sınıflarının büyük yara aldıklarını
ortaya koydu.
Nüfus hareketleri ve
üretim merkezlerinin ucuz işgücü alanlarına kayması (özellikle Uzakdoğu) Batılı işçi sınıfına
başka bir darbe indirdi. Buna karşılık
yüksek gelir sahibi kesimler zenginleştikçe zenginleşti.
Bu durum karşısında
solun güçlenmesi beklenirdi. Hayır, olmadı. Çünkü sol kendisini
21. yüzyılın pratiklerine
uyarlayamadı.
Söz konusu şartlarda, evet,
sağ/muhafazakâr kesim başkaldırdı. Hatta
soldan gelen itirazlarla
şimdi
sağdan gelen itirazlar kesişiyor
ama sağ bir de
milliyetçiliği (hem de ekonomiyi
kapsayacak biçimde) kendisine
mal ettiğinden büsbütün öne çıkıp
görünür oluyor. Yani kitleler tepkisini
sağ üstünden gösterdi.
Bu tarihte de böyledir.
1930'lardaki
ekonomik çöküntüyü sol kullanıp kendisine bir
momentum kazandırabilirdi.
Üstelik döneme daha örgütlü girmişti.
Ama sağ hamle yaptı, öne geçti ve solu yuttu.
***
Nedeni şudur: insanın en son/ zor kabul edeceği şey
sol değerlerdir.
İnsan kendisini önce
milliyetiyle, sonra
diniyle, sonra diğer
aidiyetleriyle tanımlar. Bir
evrensellik düşüncesi etrafında geliştirdiği, '
özgürlükeşitlik- kardeşlik' duygusu çok geç ve güç edinilir. İkincisi, solun
1979 sonrasında gelişmiş
piyasa ve ekonomi somutluğuna karşı
soyut ve kültürel kavramlarla seçenek oluşturması zor. Yepyeni şeyler bulması gerekiyor.
Gene de bir başka husus var.
Bugünkü dünya bir sağ dünya.
1979'da nasıl
Thatcher seçildi
1980'de onu
Reagan izlediyse
bugün de aynı şey oluyor. İngiltere
Brexit'i yaptı,
May'i Başbakan seçti, onu
Trump izledi.
Neo-liberal politikalar şimdi
kendilerine '
alternatif sağ' (alt-right) diyen
radikal sağla bütünleşiyor, ona dönüşüyor.
Bu durumda öncelik
demokrasiye, liberal anayasacılığa, liberal özgürlüklerin korunmasına kayacak. Hatta
ekonomik kazanımlar mı demokratik yitimler mi tartışması yapılacak.
Sol ancak bu tartışmada
bir güç sağlarsa kendisine yeni bir alan açabilir.
Yani kitleleri
özgürlüklerin, demokrasinin, temel hakların iş, aş, ekmek kadar önemli olduğuna, bunlar olmazsa ekonominin
gelişmeyeceğine inandırırsa bir yere varabilir.
Yani solun klasik tezlerinden çok gerçek
liberal demokrasidir bugünkü asıl ihtiyaç...
Yoksa... Ne ben söyleyeyim ne siz duyun...