Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Türkiye’nin kararı: 20. yüzyıl mı 21. yüzyıl mı?

Tarihle, tarih sosyolojisiyle uğraşanlar bilir. Zaman gelir, olaylar birikir, bazen bir dönemin kapandığını hissedersiniz ama bir o kadar da henüz yeni dönemin başlamadığını görürsünüz. O, arada kaldığınız zaman kadar koyu, katı, ağır ikinci bir dönem daha yoktur. Alacakaranlık denen an tam da o andır.
Geçen hafta bir yazımda bahsettim. Birinci Dünya Savaşı'nın yüzyıl sonrası içinden geçiyoruz. İki yıl önce savaşın başlayışının 100. yılını andık. Şimdi 1916'nın yüzüncü yılındayız.
1918'de bitişini de aynı şekilde anacağız.

***
Bir dünya savaşını anmaktan daha doğal bir şey olamaz. Milyonlarca insanın ölümü, imparatorlukların yıkılışı, yeni ulus devletlerin doğuşuydu o savaşın anlamı. Ama en az bir o kadar büyük ve anlamlı bir başka konu da o savaşı doğuran teknik ve ekonomik nedenlerdi. Yani, bir yüzyılın, 19. yüzyılın bitişi, 20. yy'ın başlamasıydı o savaşın nedeni.
Asıl konu buydu. Bu olguyu idrak edenlerle edemeyenler arasında cereyan etti savaş. Büyük devletlerin Osmanlı'nın hâkim olduğu OD bölgesine saldırışının ve onun elindeki toprakları almaya çalışmasının altındaki gerçek neden buydu.
19. yüzyılın bitip 20. yüzyılın başladığını idrak edenler ne yapıp yapıp OD masasından bir pay kaparken bu gerçeğe uyanamayanlar bütün gayretlerine rağmen o toprakları yitirdiler. Eğer daha farklı bir anlayış, öteden beri devam eden bir 'intibah', uyanış, söz konusu olsaydı, daha farklı davranılacak ve o topraklar bu ölçüde dramatik biçimde yitirilmeyecekti.
***
1. Dünya Savaşı'nın kazananları ve kaybedenleri arasındaki fark budur. 20. yüzyılı kendi gerçeği ile zihninde ve yönetiminde somutlaştıranlarla bunu yapamayanlar. İlber Ortaylı'nın çok haklı, doğru, yerinde nitelendirmesiyle 'imparatorluğun en uzun yüzyılı' 19. yüzyılı enine boyuna yaşadı ama kabul edelim ki, 1789 sonrasında başlayan büyük dönüşüme rağmen 1914'e geldiğimizde hâlâ Batı'nın çok önceden tamamladığı reformları yerleştirme yani 19. 'yüzyıllaşma' çabası içindeydi. Bu 20. yüzyılı anlamak ve 20. yüzyıllı olmak değildi. Olanlar oldu.
Şimdi 21. yüzyıldayız. Bu yüzyıl da geçen yüzyılda hazırlandı. Gerçi daha önceki çağlarla mukayese edilemeyecek ve sadece bu döneme özgü çok hacimli dönüşümler cereyan ediyorsa da, evet, 21. yüzyıl 20. yüzyılın çocuğudur.
***
OD'da yaşanan olayları, bilhassa Musul meselesini sadece kapanmamış bir hadisenin neticeye vardırılması diye görmek yetmez. Doğru bir tanımdır o ama eksiktir. Çünkü bu, aynı zamanda, 20. yy'dan 21. yy'a geçiş mücadelesidir. Bunun neden OD'da cereyan ettiği ayrı bir meseledir.
Ama işin doğrusu budur.
Bu bakımdan Türkiye'nin OD'daki mücadelesi de Batı tarafından 20. yy başında belli bir konuma yerleştirilmiş bir Türkiye'nin yeni pozisyon alma uğraşısıdır. Türkiye, bu girdapta bir 20. yy ülkesi mi yoksa bir 21. yy ülkesi mi olduğuna/ olacağına karar verecektir. İşte bir gerçeğin bitip diğerinin henüz doğmadığı alacakaranlık anı budur, şimdiki halde.
***
Politikasının nirengi noktasını bu gerçek tayin edecektir. Belki zor, belki çetin, belki güç. Ama iyi değerlendirilir, ölçülür biçilirse, verimli olacak bir hamledir bu.
OD sadece OD değildir. Bu böyle biline. Ama daha önemlisi, Musul'un bu gerçeğin mihenk taşı olduğudur. O daha da iyi bilinmesi gereken bir gerçektir.
Gerisi, Türkiye'nin kararına kalmıştır...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA