Geçen gün bilgisayarımı karıştırırken ansızın Attila İlhan'ın ölümünden sonra hakkında yazdığım ve galiba Varlık'ta yayınladığım yazıyı buldum. Bu 'karşılaşma' bir tesadüf olarak görünse bile, bana bilinç dışımın bir oyunuydu. Ben bunları 9 Ekim günü yaşadım. Ertesi gün sosyal medyada ölüm yıldönümüyle ilgili açıklamalar gördüm, şaştım.
Baktım, hayır, yıldönümü 11 Ekim imiş.
***
O günü çok iyi hatırlıyorum.
Princeton'daydım. Sabah erkenden uyanmıştım. Hiç çalmayan telefonum çaldı. Merdivenleri inip giriş katında duran ve çaldığında asla bakmadığım telefonu açtım. Paris'ten
Aydın Sezgin arıyor,
Attila Abinin öldüğünü haber veriyordu. Evin içinde hem büyük bir gürültü oldu hem ansızın büyük bir sessizlik.
Cenazesine yetişmek için çok çırpındım, başaramadım. 11 yıl öncesiydi. Hayat bugünkü ölçüde kolaylaşmamıştı. Çok kısa bir süre sonra İstanbul'a bir vesileyle geldim.
Aşiyan'daki mezarına gittim. O sıralarda ben de Bebek'te oturuyordum. Komşuyduk.
***
Bir daha yazmam gerekir mi, bilmiyorum. Onunla
1976 yılı
Aralık ayında, demek tam
40 yıl önce tanıştım. Ankara'dan ayrılacağı tarihe kadar neredeyse baba-oğul gibi beş yıl geçirdik.
1996/97'ye kadar da bir o kadar yakın kaldık.
Sonra Attila Abi, kendi teorilerini, meselelerini, politik görüşlerini aldı, eski çevresini yanından uzaklaştırdı, muhtemelen bir
kavga, bir mücadele, bir '
komitacılık' olarak gördüğü (kendisini sık sık '
ben komitacıyım' diye tanımlardı)
Cumhuriyet gazetesine gitti. Oradan
Sultan Galiyef'li,
Gazi'li,
Avrasya'lı yazılar yazmaya başladı.
28 Şubat dönemiydi.
Ülkücü- Devrimci buluşmasını gerçekleştirmeyi,
Türkiye'yi derin tesiri altında saydığı emperyalizmden
Gazi'nin ve Galiyef'in tezleri dairesinde '
kurtarmayı', Batıdan uzak tutmayı, '
İnönü Atatürkçülüğü'ne karşı uyarmayı,
küreselleşmeye direnmeyi kendisine iş edindi.
Doğu Perinçek çevresini kendisine dost ve yoldaş edindi.
***
Bunlar aslında İlhan'ın daha önceki görüşlerine uzak düşünceler değildi. Hepsini bölük pörçük yazılarında, kitaplarında işlemişti. Şimdi daha büyük ve sistemli bir '
ses'e kavuşmuştu.
Ulusalcılık gündemdeydi. Nitekim ölümünden bir süre sonra bu akım
Cumhuriyet Mitingleriyle doruğa ulaşacaktı. İlhan, o sürecin
ideologluğunu yapıyor, süreç de İlhan'ın görüşlerini kitleselleştiriyordu.
Attila Abi, bu çizgide, bu noktadayken aramızdan ayrıldı. Onu bu iddialara taşıyan neydi?
Bu soru onun kendisini açıklamalarının çok ötesinde
sosyolojik bir çözümlemeyi gerektiriyor. İlhan, bence, Türk aydının
Tanzimat sonrasında içine düştüğü büyük
ikileme,
büyük
medeniyet krizine kendince somut
bir çözüm geliştiriyordu.
Bu arayış içinde, bilinen, ilginç olanı
sosyalizmle başlayıp
Kemalizmle bitirmesiydi.
Oysa
sosyalizm üstüne yazdıklarıyla
Kemalizm üstüne yazdıkları, zamanında,
Yahya Kemal'in
mekteple memleket arasında kurduğu ilişkiye benzer. İlhan, sosyalizme inanmıştı. Ama o sosyalizm, sosyalizm dendiğinde akla gelenlerin çok ötesindeydi ve esasen bir
Kemalizm anlayışını taşıyordu. Yani İlhan '
milli ve yerli' ve
Kemalistti, sonra
sosyalistti, her ne kadar kendisi başka türlü söylese de. Öylece de o '
milli demokratik devrim' çizgisinin farklı, ilginç ama başka bir savunucusuydu.
***
Çok yazdım. Büyük bir edebiyatçıydı.
Deha düzeyinde bir
muhayyilenin ve son derecede aykırı, ilginç, farklı bir
kişiliğin sahibiydi.
Edebiyatçılığını sonradan önemsemez oldu. Ben başka türlü olsun isterdim. Ne yaptımsa yazacağını söylediği romanlarını yazdıramadım kendisine.
Keşke şimdi şurada olsaydı...