Vedat Türkali öldü.
Başka bir kuşağın insanıydı. Yüz yıla yakın yaşadı. İçinden geçtiği 20. yüzyıl insanlık tarihinin tartışmasız en acımasız çağıydı. Nedeni modernleşmedir. Gerek 18. yüzyıl gerekse 19. yüzyıl modernleşmeyi hem fikir hem de imkân olarak kurmanın dönemleriydi.
Ama 20. yüzyıl her şey bir yana sadece 'makine' yani teknoloji olarak da insanları kitlesel olarak yok etme olanağı sağlıyordu. Yaşanan iki dünya savaşı milyonlarca kişinin ölümüyle sonuçlandı, nedeni budur.
Ama bir de bilinmeyenler var.
Soğuk Savaş'ın kutuplu dünyasına hâkim olan güçler, onları hazırlayan ideolojiler o kıyımları gerçekleştirdi. Stalin Rusya'sında ve Mao Çin'inde ölen milyonlarca milyonlarca insanı bugün kimse anımsamıyor. Kızıl Kmerler veya Afrika iç savaşlarının katliamları, o dönemde geriye kalmış tek örnek olan Kuzey Kore'de yaşananlar bile 20. yüzyılın ne ölçüde kana battığını öğretebilir.
***
Türkali, böyle bir dünyada yaşadı.
İdeolojik yönelimlerini bu anlayışla değerlendirmek gerek.
Komünistti ve komünizm onun için
özgürlük ve barış demekti. Bu bir
idealdi. Ve
gerçek onun dışındaydı. Ama o gerçekle değil elbette idealle uğraşacaktı.
Öyle yaptı.
Ama öyle yapmak suretiyle de bir '
realite' olarak benimsediği
komünizmi, bir '
ideal' olarak bitirdi. O kuşak devrini bu gerçekle tamamladı. Bir iki yazar dışında o kuşağın
Gulag rezaleti ortaya döküldükten sonra ne düşündüğünü, yazdığını bilmiyorum
Türkiye'de.
O tartışmalar en son
Prag Baharı'nda
TİP'in kendi içinde ayrışmasıyla sona ermişti.
Ötesini,
1970'leri o korkunç iç savaşla tamamladıktan sonra, ancak 1979 ertesinde
bürokratik solun bitişiyle yaşadık.
Başlangıçta fark edilmeyen bir hakikat kendisini çok başka bir yoldan duyurmuştu.
***
Vedat Türkali'nin
Türkiye'de eleştirmenler tarafından (örneğin
Fethi Naci) o kadar anlaşılmayan romanı çok uzak ve kapalı bir şekilde bu olgunun öyküsüdür. (Zaten hakkında başka yazan da yoktur.) Türkali, Kenan örneğinde '
ülkü' kurmayan insanın dramını anlatır. O arada da kendi aydın geleneğimize uygun olarak aydınları şiddetle eleştirir. Çok şaşırtıcıdır ama
Fethi Naci, bu romanı Türkali'nin 'sola sevgisi' bağlamında okuyor,
Attila İlhan'ın
Bıçağın Ucu romanını sola eleştiri yönünden ele alıyordu.
Oysa neticede ikisi de aynı kapıya çıkıyordu.
İki roman da akla kara, idealle realite arasında dramatik bir öyküyü ele alıyordu.
Bu
solu 'dışarıdan' yaşayan insanın dramıydı.
***
Bana kalırsa
Türkiye solu hâlâ
idealar dünyasındadır.
Sol yapısal olarak
ütopiktir. Ve bu muhteşem bir şeydir. Ama o ideal, ge
rçeği anlamamak, bilmemek manasına gelmez.
Gelemez. Hele sol bakımından, hiç.
1989 sonrasını da yaşamasına rağmen sol, hâlâ, geçmişiyle, bütün
sol geçmişin evrensel birikimiyle yüzleşmedi bizde.
Kendisini toparlayamaması daha çok bu nedenledir. Belki, hâlâ
yel değirmenlerine karşı savaş, belki hâlâ
meleklerin cinsiyetini tartışmak...
Bunu
Vedat Türkali'den beklemek haksızlık olurdu. O üstüne düşeni bütün zulümlere ve kıyımlara direnerek yaptı. Daha
güzel, insancıl, barışçıl bir dünya için yaşadı. Şu söylediklerim, ondan el aldığını söyleyenlerin görevidir. O ölümüyle
belli bir dünyanın kapısını kapattı.
Üstelik solun kendisi de bugün
yeni bir dünyanın eşiğinde durmaktadır.