Geçen hafta izinliydim. Bu köşede yazmadım. Ama kendi köşemde hem de dünyalar kadar yazdım. Bir o kadar da okudum. Yepyeni kitaplarla, o arada eski bazı metinlerle içli dışlı oldum.
Dünyanın içinde başka bir dünya demek olan denize girdim. Yüzdüm.
Antik mekanlara gittim. Oralarda dolaştım. Elli yıldır tüketemediğim bu tutkumu bir kere daha yaşarken, zamanların ve mekânların değişkenliği, insanın evrensel düzendeki ('düzeydeki' değil) anlamı üstünde düşündüm.
Bir daha.
İnsanı insan yapan olgunun kültür üretmek olduğunu bir daha 'yaşadım.'
Antik Odeon'larda, Theatron'larda dolaşırken antik Yunan tragedyalarından parçalar kulaklarımda çınladı. Ve ne gariptir, onları ne zaman düşünsem Divan Edebiyatından beyitler de zihnimde dolaşıyor.
Güney'de henüz yaz bitmedi. Aksine. Sarı yaz başlıyor şimdi.
Belki ben de yeniden giderim.
***
Tek kötü şey
Türkiye'yi yabancı basında izlemekti. Yabancı basını okudum. Daha çok okudum. Ortaya çıkan manzaranın karşısında şaşırdım. Ürperticiydi. Bu konuyu ayrıca ele alacağım.
Ama bir gerçek ortada duruyor. Sadece
sosyal medyada iddia edildiği gibi
bize düşman oldukları için yayınlamıyorlar bu yazıları. Öyle bir boyutu da vardır işin. İtiraz etmem. Fakat beni ilgilendiren yanı şudur:
düşmanlık dahi bir iletişim konusudur. Her şeyi yönetmek gerekir.
Türkiye'nin bir
iletişim sorunu var.
***
Bu sorun iki boyutlu: bir yanda dış dünyaya anlatılması güç, Batının yerleşik bilincinde bulunmayan bir olguyla savaşıyoruz.
FETÖ gerçeği bizim için sabit ve kesin. Ama
bunun Batıya anlatılması bir iştir. Onu yerine getirmiyoruz.
İkincisi ve daha vahimi
hukuk konusudur.
Türkiye vahim bir uçurumun kıyısından döndü. Utanç verici, vahşi bir girişimle karşı karşıyaydı. O girişim uzun zamanlara, kırk yıla yayılan bir hazırlığın sonucuydu ve her şeye rağmen 'iyi ki böyle oldu' demek zorundayız. Daha ötesini düşünmek bile korkutucu.
Şimdi o 'hazırlığa' karşı mücadele veriliyor. Ama bunun
hukuk dairesi içinde yapılması şarttır.
Hukukun rencide edilmesi aklın alacağı bir konu değildir. Toplum ve devlet
hukuk varsa vardır.
***
Türkiye'nin bu konuda da
gereken hassasiyeti göstermediği gibi bir izlenim yaygın
Batı dünyasında. Batı basınında. Özellikle
yazarların, gazetecilerin gözaltına alınması,
bilhassa tutuklanması çok önemli, çok
ciddi bir mesele.
Aslı Erdoğan bu bakımdan özellikle öne çıktı. Diğer gazeteciler keza. Bu insanların tutuklanmadan yargılanması muhakkak bir imkân olarak kullanılmalıdır.
Türkiye emekli
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ tutuklandığında
bizzat
Başbakan Erdoğan'ın ağzından
ilk itirazları duymuştu. Sonrasındaki vahim
gelişmeleri yaşadı ve insanların özgürlükleri
geri dönüşsüz bir biçimde tahrip edilmiş
oldu.
Aynı şeyler bir daha yaşanmamalı.
Aslı Erdoğan'ın iddiaları, kendisine ilaçlarının
verilmemesi (sorumluların yaptığı açıklamalarda
dahi boşlukların bulunması) ciddi bir
sorundur. Diğer tutuklu gazeteci ve yazarlara
yönelik de benzeri iddialar söz konusudur.
Türkiye'nin bunları aşması gerekir. Türkiye bu tür kısıtlamalara saplanıp kalamayacak kertede büyük bir ülkedir. Ancak bunlar yapıldıktan sonra Batıyla dişe diş çekişebiliriz.
Yaz geçiyor. Türkiye harıl harıl bir sonbahara hazırlanıyor.