Kader bir köprüdür. Hayatın bir bölümünü, birçok meselesini, diğerlerine bağlar. Ama galiba köprüler de kader. Hayatları, mekânları, mesafeleri birbirine bağlıyor.
Cumartesi günü yeni açılan Osman Gazi Köprüsü üstünden geçerken ve eski bir mühendis olarak ihtişamı karşısında ürperirken bunları düşünüyordum: hayatım, kaderler ve köprüler.
Gerçekten şaşırtıcı bir yapı. Ben neredeyse 12 yıl boyunca her gün Gebze'ye gittim. 'Kulağımın dibi' dediğim o Gebze'ye vardığınızda bir çırpıda Körfez'in karşısındasınız. Sonsuz mavilikte bir denizle göğün arasında köprüyü su gibi akıp, 5-6 dakikada geçiyorsunuz.
Etrafta yükselen yeni yolların, viyadüklerin inşaatlarına bakıyorum. Mühendislerin, işçilerin, makinelerin karda ve kışta, sıcakta ve yağmurda, geceleri ve gündüzleri, mevsimler boyu bu dağ başlarında yaşadıklarını, yatıp kalktıklarını düşünüyorum. Yeni yapılan inşaatlar üstünden geçtiğimiz yolların ötesinde dev gibi yükseliyor. Mühendislik eğitimi sırasında bunlara ve benim çalıştığım barajlara hep birden 'sanayi yapıları' derdik. Sanayi yapılarından her zaman heyecan duydum. Gene yüreğimi coşku dolduruyor.
***
Hayatımın köprülerini düşünüyorum. İlk köprüler
Kars'ta gördüklerimdir.
Demir Köprü beni etkilemişti ama önemli yapı
Taş Köprüdür. Bir de Kars'tan
İstanbul'a trenle
giderken pencereden bakar, geçtiğimiz köprüleri
içim eriyerek izlerdim.
Sonra uzun süre köprülerle hiç ilişkim olmadı.
1973 yılında İstanbul
Boğaz köprüsü açıldı. O tartışmayı unutamam ama köprüden ilk ne zaman geçtiğimi bir türlü anımsayamıyorum. Derken
FSM Köprüsü geldi. Yıllarca onunla birlikte yaşadım. 12 yıl boyunca üstünden geçtim,
Sabacı Üniversitesine gittim.
Brooklyn Köprüsü bir efsanedir. Bilmiyorum, onun kadar şiirlere, şarkılara konu olmuş başka bir
köprü var mıdır? Hayatımda en çok kullandığım köprülerden biri o oldu. Bir akşamüstü onu
Nihal'le birlikte geçmiştik.
San Francisco köprüsünü bir resim olarak unutmamam. İlk kez San Francisco'ya giderken, hayata dört eliyle sarılmış, her şeyden zevk almasını bilen, güzel, yeni olan her şeyden heyecan duyan dayım 'ilk iş git ona benim için bir bak' demişti. Gittim, baktım!
Edirne köprüler şehridir.
Mimar Sinan'ın
Sultan Süleyman köprüsü, bana göre, orada,
Muslihiddin Usta'nın yaptığı
Ergene Köprüsü (Uzun Köprü) ile rekabet eder.
Fatih Sultan için yapılmış
Bönce köprüsü de başka bir dildir.
***
Paris benim için köprülerdir.
Pont Neuf'ü kim unutmuş ki, ben unutayım? Ama köprülerin kralı
Pont des Arts'dır. Ahşaptır. Şiir yüklüdür. Gene de
Apollinaire'in eşsiz şiiri yüzünden
Mirabeau köprüsünü anmadan geçemem: '
Mirabeau köprüsü altından akar Seine/ ve aşkımız'. ilk kez
Paris'te Son Tango filminde görmüş, sonra ilk Paris ziyaretimde yakınına gitmiştim
Bir-Hakeim köprüsünün. Sonra defalarca üstünden geçtim. Gene de ben Paris'te en çok
St. Louis adasını kente bağlayan köprüyü severim.
Herkes gibi benim 1990'lı yıllarım da
Mostar Köprüsünü yüklendi. Bir köprünün nasıl yaralı, ölen ama vakur, çıt çıkarmadan kaderini bekleyen dev bir hayvan gibi kalabileceğini görüp ben de acı çektim.
Hayatımın köprüsü cumartesine kadar
Key West (Seven Miles) köprüsüydü. Hayatımdaki en önemli şey olan o büyük mavi, güzel denizin üstünde uzayıp giden köprü. Onu boyutları, mütevazı yüksekliğiyle içimde hâlâ saklı tutuyorsam da, şimdi
Osman Gazi Köprüsü ihtişamıyla içimde bir deniz üstü geçidi olarak her şeyin önünde.
Osman Gazi Köprüsünü geçtim ve içimden 'bayram hediyesini aldım' dedim.