12 Mart'la ilgili daha farklı bir yazı yazmaya hazırlanıyordum. Oral Çalışlar'ın yazısını gördüm. Çalışlar, 12 Mart'la henüz yüzleşilmediğini, hesaplaşılmadığını belirtiyor.
Ben konuya 12 Mart'ın tarihsel boyutuyla, derinliğiyle eğilmek istiyordum ve esasen bu yazıyı da o doğrultuda yazacaktım. Oysa Oral, özellikle kendi (hüzünlü) deneyimlerinden hareket ederek solun benimsediği şiddet, sola uygulanan şiddet, Türkiye'nin 1971 sonrasında içine girdiği şiddet sarmalını sorguluyor.
Gördüğüm kadarıyla bu muhtıra (ültimatom) yoluyla darbenin 45. yılında çıkan tek yazıydı.
***
Çok önemli bir nokta bu. Türkiye'deki
politik şiddet esasen
1960 darbesi sonrasında başladı.
Milli Birlik Komitesi, Başbakan
Menderes'i ve iki bakanı idam etti. 12 Mart muhtırası sonrasında da '
üçe üç' denerek
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı asıldı.
Hadise bununla sınırlı değildi.
1959 Küba Devrimi'nin verdiği coşkuyla ve
1968 Avrupa gençlik hareketini çok yanlış yorumlayarak gençlik şiddeti bir politik yöntem olarak benimsemişti.
Bu benimseyiş sadece
1968 olaylarının yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıyordu. O dönemde, solun bütün fraksiyonları '
devrim' kavramını
militarist bir muhakemeyle benimsiyordu.
Lenin, Mao ve Mustafa Kemal devrimleri bu esinin ana kaynaklarıydı. Fakat çok hassas bir konu daha vardı. Neredeyse tüm fraksiyonlar,
Türk modernleşmesinin askeri bir modernleşme olduğunu görerek, bilerek,
Jön Türk/ Kemalist gelenekten türeyen bir mantıkla
militarizme dayanmayan bir sol hareket olabileceğini düşünemiyordu.
1970'lerde dünyada yükselen silahlı mücadele düşüncesi, ürettiği
Baader-Meinhof, Kızıl Tugaylar gibi örgütler bir yandan
Ho Şi Minh, Pol Pot gibi akımlar öte yandan bu çizgiyi kalınlaştırmıştı.
***
Devlet bu harekete karşı
tedbir alacaktı. Ayrıca dünyada
Soğuk Savaş vardı. Bir
ileri NATO karakolu olarak Türkiye'nin
sol harekete göz yumması düşünülmezdi. Bu durum iki sonuç doğurdu.
Birincisi devlet hamlesi çok kapsamlıydı. NATO planları çerçevesindeki
Gladio örgütlenmesi Türkiye'de de
Kontrgerilla olarak ortaya çıktı. Kontrgerilla ilk elde fark edilemedi. Sonra da artık kimsenin fark edemeyeceği kadar dallanıp budaklandı. Derken devlet
sokak faşizmini devreye soktu ve
Ülkücüleri harekete geçirdi.
1975-80 arasındaki hareket, o
kontrgerilla,
derin devlet, Gladio aracılığıyla solu sokakta yok etme faaliyetiydi.
İkinci sonuç devletin nefret yüküydü. Devlet sola karşı akıl almaz bir
kinle doluydu. Özellikle
1945'ten başlayarak devlet
komünizmden korkuyor, nefret ediyordu. Halk bu olumsuz tutumu benimsiyordu.
Kıyım da o derecede
acımasız, ağır, trajik oldu.
***
Çalışlar'ın yazısı bu yüzleşmenin yapılmadığını belirtiyor. Evet, yapılmadı. Türkiye,
Gladio ile,
derin devletle,
ülkücü hareketin 1970'lerdeki iç yüzüyle,
kontrgerillayla hesaplaşmadı.
Ecevit, bütün saflığıyla bu hareketi ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Sonra kontrgerilla onu ortadan kaldırmayı denedi. En nihayet kendisi o
derin devletle özdeşleşti demeyeyim de
dirsek dirseğe geldi. Bahsettiğimiz bu hesaplaşma bir gün gerçekleşecek mi, ondan da emin değilim. Dostum
Oral Çalışlar'ın yazısı
kökleri 12 Mart döneminde olan bu konuyu öncelikle ele almama yol açtı. Şimdi kendi söyleyeceklerime dönebilirim.