Sonunda olanlar oldu. Türkiye beş yıldır çok farklı 'kombinezonlar' içinde müdahil olduğu Suriye'ye bu defa doğrudan müdahale etmek zorunda kaldı. Bu müdahil olmakla müdahale etmek arasındaki farktır ve önemlidir.
Bu müdahale haklıdır- haksızdır ayrı mesele. Her hamlenin bu anlamdaki konumu bakılan açıya göre değişir. Önemli olan, uluslararası ilişkilerde, atılan adımın ardından geleceklerdir. Böyle değerlendirince Türkiye'nin Azez çizgisinde Kürtlere doğrudan müdahalesi dört boyutlu bir sahne açıyor önümüze.
***
Birincisi
ABD'yle ilişkilerdir. İşin o yanı neredeyse tam bir
muamma. ABD'yi bir türlü ikna edemedik
PYD konusunda. Her ne kadar PYD kargaşadan medet ummasın, çıkar sağlamaya çalışmasın dediyse de Amerikalılar, PYD'yi desteklemeyi sürdürdüler. Şimdi de doğal olarak bize
temkinli olun, bu işten vazgeçin diyor. Yani, o ülkeyle ilişkimiz bundan böyle
daha gergin ve kısalan bir ip üstünde devam ve cereyan edecek.
İkincisi,
Rusya ve İran. Ne denebilir ki?
Rusya'yla ilişkilerin geldiği düzey malum. İki taraf da gergin, iki taraf da
uzlaşmaz bir noktada.
Rusya, İran'ı yanına almasının avantajını kullanıyor. Bu iki kuvvet yan yana gelince karşısında durulmaz
devasa bir hacme dönüşüyor. Üstelik, ortada, şimdiki halde, '
savaşı kazanmış' bir Rusya var. Bu Rusya,
AB'yi parçalamanın hesabını yapacak kadar ileri gidiyor. Daha
Suriye'de ne kadar kalır, bilemeyiz. Ama kaldığı süre zarfında
yeni bir OD düzenlemesine girişeceği muhakkak.
İran ise yakın gelecekte asıl
rakibi olarak Türkiye'yi görüyor. iç sorunlarının ağırlaştığı, yoğunlaştığı bir dönemde
OD yayılmacılığıyla kendisini daha öteye taşımanın çabası içinde. Ama bu ittifakın Türkiye'ye dönük çok ciddi bir '
risk' olduğu su götürmez.
Üçüncüsü, bizzat
OD'nin kendisi. Karşımızda
Arap Baharı'nın kışını yaşayan bir OD var.
Çökmüş, parçalanmış, yeniden düzenlenen bir bölge artık OD.
Libya'nın,
Yemen'in darmadağın olduğu bir bölge.
İran'ın Irak'ı yuttuğu,
Suudi Arabistan'ın kendisine yol aradığı bir bölge. Türkiye bu bölgede
Arap Baharı'nın güzel günlerindeki gibi bir
model değil. Bir
yol gösterici değil.
Türkiye artık daha fazla o iddialarının sahibi de değil. Çok önemli, heyecan verici,
kendine özgü temelleri olan iddialardan yola çıkıldı. Dönem onu gerektiriyordu. En azından ona müsaitti. Ama bugün
başka bir düzlem var artık bölgede. İster istemez
yeni bir bakış açısını gerektiriyor. Bu
terk etmek, yılmak, vazgeçmek değildir. Yeniden
kurgulamaktır.
Dördüncüsü, en önemlisi:
Kürtler. DAEŞ'le savaşırken Kürtlerle vuruşmaya başladık. Zor bir durum olduğu muhakkak. Zamanında belki de
bizzat yardım etmemiz gereken PYD'yi şimdi '
açık hedef' sayıyoruz ve o nedenle
ABD ile ters düşmeyi bile göze alıyoruz.
Ama bu o kadar
hafife alınacak bir durum değil. Sonunda küçük, dar bir bölgede,
uluslararası planların, tasavvurların odağına oturmuş, bölgenin en önemli unsurlarından biriyle,
içeride ve dışarıda savaşıyoruz.
Barzani ve Irak'tan başlayarak
PKK'ya kadar yakın dönemdeki bütün ilişkimizin bu hamle ile şekilleneceği muhakkak. İşin özü,
çetin bir karar verdik. Bundan sonrası ancak ince bir
matematiğin ve mühendisliğin konusu olabilir.
Türkiye için yeni bir OD başlıyor.