Evet, çarşamba günü yayınladığım yazıda son şiddet olaylarının, maalesef bir kere daha, Türkiye'deki siyasal alanı daralttığını belirttim. Şiddet başladığı andan itibaren güvenlikçi politikalara dönülür ve demokratik alan sıkışır.
Türkiye'de güvenlikçi politikalara yönelmeyi zorunlu kılan unsurlar sadece içeride yaşadığımız şiddet değil. Türkiye'nin çevresini sarmış olan ateş çemberi de yavaş yavaş bizi o gergin noktaya itiyor. Suriye'nin, Irak'ın, İran'ın çizdiği hat ne yazık ki, parlak bir duruma işaret etmiyor. Buna bir de o ülkelerde ve genel olarak OD'da mevcut hali 'kullanan' DAEŞ gibi, PKK gibi, hatta PYD gibi, unsurları ekleyince durumun vahameti iç karartıcı bir biçimde ortaya çıkıyor.
***
Fakat hepsinden kötüsü galiba içeride yaşadığımız müthiş
zıtlaşma. Türkiye geleneksel olarak içinde, çekirdeğinde, tohumunda barındırdığı bütün çatlakları artık birer yarığa dönüştürmek üzere.
Laik- dindar, Batılı- gelenekçi, Alevi- Sünni, Kürt- Türk gibi hatlar şimdi, uzun bir aradan sonra, yeniden kımıldamaya başladı. İşin bu noktaya gelmesi ilginç görünüyor. Çünkü buna benzer bir ortamla
1990'larda karşı karşıyaydık. O yıllarda yaşananları anlamak (kabul etmemekle birlikte) daha kolaydı.
İki önemli neden vardı. Birincisi,
Cumhuriyetin üzerine oturduğu ana modernleşme unsurları çağın dinamikleri karşısında yavaş yavaş zorlanıyordu.
Siyasal modernleşmenin ana kavramları
ulus devlet, homojen toplum, devletçi kimlik artık daha fazla taşınmıyordu. İkincisi, bunu doğuran zorlamalardı.
Küreselleşmenin siyasal açılımı yeni kavramlar ve pozisyonlar üretmişti: akışkanlıklar, heterojen yapılar, melezlikler, yersiz yurtsuzluk standart modernleşme kavramlarıyla daha fazla devam etmenin önünü tıkıyordu.
Kabul edelim ki, iyi kötü, az çok bu beklentilere
cevap üretildi. Her şeye rağmen son on yılda yaşanan
göreli dinginlik ortamı daha da fazlasına dönük
beklentilerden, siyasette ve toplum hayatında çok önemli olan '
umut'tan kaynaklanıyordu.
AB sürecine daha fazla dahil oluşumuz,
hukuk yapısındaki değişiklikler,
yeni anayasa beklentisi,
anayasal yurttaşlık kavramına dönük atıflar bu umudun kökleriydi. Kısacası
devlet- demokrasi ikileminin demokrasi lehine aşılacağı beklentisi ortamı yumuşatmış, kaynaşmayı veya yakınlaşmayı sağlamıştı.
***
Bir nesil bu anlayış çerçevesinde ve bu ortamda büyüdü. Bugün yaşadığımız gerilimin tam da bu
beklentinin geciktirilmesinden, daha fazla
karşılanmamasından kaynaklandığı kanısındayım. Benim entellektüel kapasitem ve bakış açım öncelikle bu olgular ve kavramlarla ilişkili. Dolayısıyla denklemi de bu elemanlarla kuruyorum. AB sürecindeki
yavaşlama (elbette AB'nin saçmalıklarını unutmuyorum) yeni anayasanın
geciktirilmesi, anayasal yurttaşlık kavramının
geriye itilmesi bu krizi doğurdu.
Elbette tek odaklı açıklamalar yetersiz. Elbette
dünya sisteminin bir parçası Türkiye. Yaşanan gelişmelerde
iç ve dış, özel ve genel koşulları birlikte düşünmek gerek. Ama neticeten zor bir noktada duruyoruz. Toplum
demokratik beklentilerinin daha fazla karşılandığını düşünse eminim bu tansiyon hızla düşecektir. Demokrasi geniş bir kavramdır. Demokratik beklenti de bütün toplumu farklı farklı açılardan kuşatır. Dolayısıyla demokrasi umudunu
bütün topluma ait bir umut olarak görmek gerek.
Çözüm, azizim Watson diyordu Holmes, daima en basit ipucunda ve size en yakın olandadır.