Davutoğlu'nun yeni kabinesi Akparti'nin seçim stratejisinin ipuçlarını barındırıyor. Kendine ait 'sürpriz'leri de içeren kabinenin asıl önemli yanı Türkiye'nin son yirmi beş yılın ardından kazandığı olumlu gelişmeleri yansıtıyor.
Bu gelişme 25 yıldır Türkiye'de kıyametler koparmış çatışma eksenlerinin şimdi bir kabinede bir araya getirilmesidir. İster anayasal zorunluluk neticesinde kerhen atılmış bir adım olsun, ister daha demokratik bir Türkiye'ye giderken planlanmış ve sehven sergilenmiş bir tutum olsun bu kabine son dönemlerin en çoğulcu kabinesi. Biraz daha ayrıntılı olarak bakalım.
***
1. Kabine son 25 yılın
iki büyük toplumsal talep odağına alan açıyor. Bunlar
Müslümanlar ve Kürtlerdir. Müslümanlarla özdeşleşmiş
başörtüsü konusu son dönemde sorun olma özelliğini geniş ölçüde yitirdi. Şimdi başörtülü bir bakanın kabineye alınmasıyla sorunun çözümünde ve soruna gösterilen
toplumsal talepte gidilebilecek son noktalardan birine erişiliyor. Bu bir 'seçim kabinesi'nden beklenmeyecek kadar önemli bir hamledir.
2. Akparti'nin
yumuşak karnı artık
MHP'dir. Özellikle
Kürt sorununun çözümünde Akparti MHP'nin son seçim döneminde geliştirdiği taktiğin karşısında gerilemiştir. Çözüm sürecinin bugün geldiği nokta ve 7 Haziran öncesinde gerek
Erdoğan'ın gerekse Akparti'nin takındığı tutum
milliyetçi çevrelere olan hassasiyetini yansıtıyordu. Bu duyarlılığın boş olmadığı sonuçlarla ortaya çıktı. Akparti oy kaybetti.
Şimdi kabine düzenlenirken MHP açık bir şekilde
bölündü Akparti tarafından. Öte yandan MHP'den daha fazla
dindar hassasiyetlere sahip olan
koyu ve katı milliyetçi çevrelerden de sürpriz bir isim bakanlığa atanarak 1 Kasım seçimlerinde bu çevreler ayrı bir önemle kuşatılıyor.
Kabul edelim ki, bu dönemin asıl kaybedeni MHP'dir. Nedeni
fizikseldir. Bu derecede katı bir tutum siyasetin beklediği, hatta zorunlu kıldığı esnekliği göstermeyince
kırıldı. Bu kırılma devam edecektir. MHP tabanının bütün bu dönemde gösterilen tutumdan mutsuz olduğu aşikârdır. Çünkü her parti tabanı
iktidar olmayı ister.
3. Bu gerçeği en iyi kavrayan
HDP kabineye girdi. Keşke daha fazla milletvekiliyle temsil edilebilseydi. Ama iki milletvekili de temsil ettikleri kesimlerle ve kendi kimlikleriyle
devlet yönetimine en üst düzeyde müdahil olmuştur. Üstelik bu milletvekillerinden biri
Avrupa Birliği Bakanlığı'na getirilmiştir. Diğeri
Kalkınma Bakanı olmuştur. Her iki bakanlık da bana göre önem derecesi bakımından hayli yüksek sıralardadır.
Bu atamalar son 25 yılın en önemli iki gelişmesinden biridir. Her şeyi
Ekim 1989'la başlatıyorum. O tarihte Paris'te yapılan bir
Kürt Konferansı'na katıldığı için 7 milletvekili
SHP'den ihraç edilmişti. (Ardından da kararı protesto eden 11 milletvekili istifa etmişti partiden. Nerede o ihraç edenler, ne diyorlar şimdi?...) Derken 1991 seçimlerinin ardından yemin krizi geldi ve bütün o on yılı kanla yaşadık.
Şimdi bunca kahredici yıllardan sonra iki bakanın gelip kabineye girmesi hem onların izlediği
akıllı taktiğin bir neticesidir hem de Akparti'nin olumlu politikasının sonucudur. Hele
AB Bakanlığı gibi bir bakanlığa
Kürt milletvekilinin oturması daha da ilginç ve önemlidir. Bunca yıl sadece Türkiye'yi şikâyet için gittikleri bir mercide şimdi başka bir pozisyonda bulunacaklardır. Kaldı ki, kabine
Alevi kesiminin en önemli kurumlarından birinin temsilcisini de bu suretle içermiş oluyor.
Keşke bu anlayışın oluşturduğu kabine daha uzun erimli bir kabine olsaydı, keşke Türkiye koalisyon imkânını bu derecede ucuza harcamasaydı!