Kabine'ye ilk isimler önerildi, kıyamet koptu. En kritik kararı Tuğrul Türkeş verdi. Kulislere sızan dedikodular önemlidir. Ama beni ilgilendirmiyor. Meclis Başkanlığı seçimini kaybetmiş Baykal'ın şu satırları yazdığım sırada henüz ortaya çıkmamış, tarihe geçecek açıklaması da hiç ilgimi çekmiyor. Çünkü Davutoğlu'nun çıkardığı 'davetin' işaret ettiği bazı önemli hususlar var.
O liste açıklandığında iki özelliği dikkatimi çekti. Birincisi, liste seçkin, seçkinlerden mürekkep bir kabine oluşturmayı hedeflemişti. Bilhassa CHP ve MHP'nin 'aristokratları' davet edilmişti. Her biri kendi alanında saygın, politik, aile, bürokratik, teknokratik geçmişiyle temayüz eden isimlerdi ilk önerilenler. Kabul edenler etti, etmeyenler etmedi.
Onun da ötesinde Davutoğlu bu isimleri oluştururken kendi akademik geçmişinden ve entelektüel birikiminden de bir iz düşürmüştü işin içine. Şeçkin kavramı bu bağlamda değerlendirilmeli. İsteyen buna kaliteli de diyebilir.
Ama asıl mesele, ikinci mesele biraz daha ötede. Gördüğüm ve anladığım kadarıyla Davutoğlu 7 Haziran seçimlerini fena değerlendirmiyor.
O seçimlerde oyunu yükselten iki parti olduğunu biliyor. Bunlar HDP ve MHP. Bunun uyarıcı bir sonuç olduğunu fark etmiş. Gerçekten de öyle. Çünkü bu iki parti de bugünkü siyasal yelpazede merkezi değil uçları temsil ediyor.
Uçlarda yer alan ve ne kadar törpülenmiş olursa olsun radikalizmin temsilcisi olan bu iki parti aynı zamanda oy kaybeden iki partiyi Akparti ve CHP'yi akla getiriyor. O iki parti de merkezde yer alıyor ve oy kaybettiler. Bu durum merkezin çöktüğü anlamına gelir. En azından zayıfladığını düşündürür.
13 sene kıyıdan gelip merkeze oturmuş, bütün dinamikleriyle merkezin partisi olmaya çalışmış ve tek parti iktidarı kurmuş Akparti'den sonra böyle bir sonucun alınması şaşırtıcıdır. Bir o kadar da ürkütücüdür. Çok uzun bir aradan sonra çevrenin, radikalizmin hareketlenmesi çok ciddi bir toplumsal huzursuzluğa, haydi tatminsizliğe diyelim, işaret eder.
Bu köşede çok yazdığımız gibi, siyaset bu şekilde devam ederse üçüncü partiler, buçuk partiler daha sonraki seçimlerde iktidar kuracak inisiyatifi ele geçirir. Bizzat RP ve DSP zamanında bu momentumun işlemesiyle gelip iktidar olmuşlardır. Türkiye şimdi bir kere daha bu eşikte duruyor.
Sanıyorum Davutoğlu bu alarmın etkisi altında ve bekleneceği gibi adı açıklandığında hemen tepki doğurmayan, bölünmeye yol açmayan, zıtlaşma meydana getirmeyen isimleri kabineye davet etmekle bir kere daha merkezi konsolide etme amacını gütmüş.
Yeterlidir veya değildir, o ayrı bir mesele. Fakat bu merkezi güçlendirme çabası belli ki sonuç üretti. MHP'nin Türkeş üstünden bölünmesi bana göre gene böyle bir dinamiğe işaret ediyor. Daha marjinal olmayı yeğleyen, radikal bir pozisyon takınan ve bunu ısrarın ötesinde şiddetle savunan MHP yönetimi bu defa merkezdeki arayışa cevap olarak Türkeş'in çıkışını izlemek zorunda kaldı.
Burada önemli olan merkez derken soyut ve çok tayin edici olan devlet olgusunun bir kere daha aşırı bir erk elde etmesini kastetmiyoruz. O çok tehlikeli bir gelişme olur. Hele askerin yeniden Kürt çatışması ile devreye girdiği, masaya oturduğu dönemde bu hayli önemlidir. O bakımdan HDP'nin hükümete ortak olmayı istemesini ayrıca değerlendirmek gerekir. Yani, merkez derken siyasal duruşun daha geniş bir toplumsal talep tabanını kucaklamasından söz ediyoruz. O tabanı daraltan ve siyasetin içini boşaltan bir yaklaşımdan değil.
Ben size söyleyeyim, seçimler de bu minval üzere cereyan edecektir. Çünkü her siyaset hamlesi bir sonrakinin işaretidir.