Türkiye modernleşiyor. Doğal.Modernleşme tamamlanan, biten bir olgu değil. Kendi tabiriyle söylersek, ereksel (teleolojik) bir şey modernleşme. Bir ereğe ulaştığımızda bitmeyecek. Yerine başka hedefler ikame edilecek ve bu serüven sürecek.
Mesele modernleşmenin ne olduğu. Neredeyse 200 yıl önce bir karar verdik. Modernleşmeyi aklımızı beğenmemek olarak tarif ettik. Kendi aklımıza sahip çıkmıyorduk çünkü, Batının aklını ve o aklın üretimini daha fazla beğeniyorduk. 'Doğru' diye onu kabul ediyorduk. Bunu böyle bilelim: bizim modernleşmemiz aklımızı beğenmediğimizde başladı.
***
Haklıdır, haksızdır; doğrudur, yanlıştır bir tarafa. Bu yola girdik ve uzun bir zaman yürüdük. Batıyı benimseyerek, Batılılaşmayı modernleşmenin özü haline getirerek
akılla yeni bir bağ kuracaktık. Artık
akıllı olacaktık daha da önemlisi
akılcı davranacaktık. Yani,
akıl yeni hayatımızın
ideolojik eksenini de tayin edecekti.
Akılcılık bir ideolojiydi. İki yüz yıldır, ben size söyleyeyim,
asıl ideolojimiz budur. O kadar ki, din bile bu çerçevede yeniden tanımlandı, yorumlandı, şekillendi.
Akılcılık adına
gelenekleri bir kenara bırakabiliyorduk, mesela.
Görenek, geçmiş, bellek, tamamı bunların,
akıl dışı veya
akıl/ cılık öncesi çağların kalıntıları kabul ediliyordu. Hepsini atmalıydık, kurtulmalıydık hepsinden. Ancak akılcılıkla
teknolojiyi benimseyip uygulayacaktık,
sanayileşmemiz akılcılığın bir uzantısı olacaktı. Kalkınma, büyüme, gelişme hepsi...
Eğitim sistemimizi buna göre örgütledik. '
Yeni Adam'ı, '
Yeni İnsan'ı bu eğitimle ve bu anlayış çerçevesinde biçimlendirmeye çalıştık. (Düşününüz,
Yeni Adam 1930'lardan bir dergi.
Yeni İnsan 1980'lerden... Az şey mi söylüyor bu tespitler?...) Az yol almadığımızı söyledik. Daima
10 yılda, 30 yılda, 50 yılda, 80 yılda şu kadarını yaptığımızı vurguladık. Ve gerçekten yaptık.
***
Gene de
üç günlük bayram süresince
trafik kazalarında ölen insan sayısına bakınca, tercih dönemi içinde
üniversitelerin tanıtma faaliyetlerine bakınca, mesela
yürünmeyen kaldırımları, mesela bir otomobilin hayli hayli zorlanarak çıktığı şehrin ıssız bir sokağındaki
hız kasisinin yüksekliğini görünce bu
akıl ve akılcılık ilişkisinde nerede durduğumuzu ve ne 'yaptığımızı' sorgulamak zorunlu.
Beyler, ağalar, paşalar bunlar bir gecede olmadı. Buraya çok uzun süren bir yolun sonunda geldik. Kentlerimizde
metro yok, yeni başlıyor.
Kentsel dönüşüm dediğimiz gerçeği yeni öğreniyoruz.
Kişi başına düşen gelirimizi artırdık. Ama artık daha fazla yükseltemiyoruz. Şu çöken, bitmiş dediğimiz
Yunanistan'ın kişi başına geliri yılda
30 bin dolar.
Hollanda'da 45 bin dolar.
***
Galiba bütün bunların bir sonucu var.
İnsani gelişmişlik düzeyinde bir türlü daha yukarılara çıkamıyoruz. Bu gerçeği iyi bellemek gerek. Evet, sonuç buysa bir de neden var:
liyakat sistemini hiç mi hiç bilmiyor, kullanmıyoruz. Ben ülkeyi karalamaktan, dövünmekten nefret edenlerdenim. Ama bu gerçeği de iyice kavramak şart.
Liyakat sistemini kurmayınca kapitalist sistem işlemiyor. Boş ve kuru bir yöntem kabuğu olarak kalıyor. Buna
liberal sistemin, dolayısıyla
liberal demokratik siyasal sistemin işlemediğini de ekleyelim, o şartlarda. Özet: liyakat sisteminin kullanılmaması, şeki şüphesi olmaksızın,
akıl dışı bir alanda hapsolmak demek.
Akılları pazara çıkarmışlar herkes kendi aklını beğenmiş, almış. Ne dersiniz, aklımızı beğenelim mi yani?...