Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Benim derdim başka...

Yunanistan'da halk dünyayı sarsan kararı verdi. Herkes o kararı ve muhtemel sonuçlarını ele alıyor. Şu veya bu senaryo üstünde düşünüyor. Amenna. Ne hikmetse, kendime hep zor problemler yaratmayı seçtiğim ve sevdiğim için, bundan sonra ne olur sorusunu biraz daha geniş bir açıdan ele almak istiyorum. Ama önce bir parça durum tahlili yapalım.

***

Paul Krugman, öteden beri aynı minval üzere yazdığı ve Yunanistan'daki tepkiyi destekleyen yazılarına bir yenisini ekledi. Hoş bir metafor kullanmış. Diyor ki, 'Avrupa'nın kerameti kendinden menkul (self-styled) teknokratları, Ortaçağ doktorlarına benziyor. Hastalık ne olursa olsun, kan alıyorlar. Hasta akıtılan kanından ötürü daha takatsiz düşünce, yeniden hastalandı deyip yeniden kan alıyorlar.' Kredi kuruluşlarının daha fazla kemer sıkın demesi de tamamen böyle bir şey.
Bu formülün reddedilmesini anlıyoruz ve elbette destekliyoruz. Zaten 1.5 milyar avroluk bir borcun kıyamet koparmayacak bir borç olduğu açıkken, yapılan tartışmanın asıl düğümünün başka bir yerde atıldığı açık: Yunanistan Avroda kalacak mı, Avrodan çıkacak mı?
Krugman, zaten diyor, Avrodan çıkarsa doğabilecek sıkıntı yaşandı. Şimdi neden terk edip işin sağlayacağı faydalardan yararlanılmasın?... Üstelik diyor, bu kriz, yanlış borç almak ve yanlış borç vermekle ilgilidir. Yunan halkı hükümetlerinin günahını misli misli ödemiştir. Ayrıca, Avrodan çıkınca Yunanlar kötü Avrupalılar olmayacaktır.
***

Peki... Tartışmayı tam da bu noktada bir adım öteye taşımak gerekir. Sorum şu: ortaya konan bu politika Yunanistan sınırlarının ötesinde neye tekabül ediyor? Yani bu tutumla birlikte, eski tabirle, Üçüncü Dünya ülkeleri diyelim, azgelişmiş ülkeler diyelim, ne dersek diyelim, o kesim artık kredi kuruluşlarının karşısına gitmesin mi deniyor? Yoksa alınan borçlar silinsin, herkes redd-i miras etsin, kimse borcunu ödemesin mi isteniyor? Hatta AB ekonomik politikalarını, para politikalarını değiştirsin vurgusu mu var işin içinde?...
Yunanistan'daki sonucun bu sorulara olumlu cevap üretecek kadar geniş çaplı olduğundan emin değilim. Ama kişisel olarak bu hengâmenin ardından böyle bir 'vizyon'un gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hadisenin sert çekirdekli bir politikaya dönüşmesi şart. Yoksa iş, Türkiye'deki en zengin gazetecilerin Yunanistan'a gidip eğlenmesi, eşlerinin neden ortaya çıkan kararı benimsediğini anlatması ile sınırlı kalır. Yani bir 'şova' dönüşür. Halbuki ortada çok ciddi bir model var. Analiz edilirse sorunun bir yanıyla AB'nin iç sorunu olduğu görülüyor. O bizi pek ilgilendirmiyor. Ama öte yanda, sorumsuz hükümetlerden sonra gelen ciddi hükümetlerin ve genel olarak halkın ödediği bedeller duruyor. Buna bir boyut daha ekleyeyim: bir ülkenin herhangi bir angajman içinde limitlerinin olması ve onları koruyabilmesi gerekir. Sorunu yaratan, hiç değilse ona ortak olan tarafın daha sonra güçlüyüm deyip (bu durumda AB) karşı tarafı zafiyetinden bilistifade her şeye mahkûm edip etmeyeceği gibi köklü bir sorundur burada tartışılan.
Daha da daraltarak söyleyeyim: bu çekişme yeni bir rasyonel yönetim, yeni bir ekonomi anlayışı doğuracak mıdır? Buradaki tutumdan gerçek bir sol politika çıkacak mıdır? Eğer bu modeli üretemezse bugünkü sorunlar AB'nin bir iç sorunu olarak kalacak, sadece biz onu başka bir şey sanarak bir kere daha yanılacağız.
İşte derdim bu...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA