Yunanistan'da halk dünyayı sarsan kararı verdi. Herkes o kararı ve muhtemel sonuçlarını ele alıyor. Şu veya bu senaryo üstünde düşünüyor. Amenna. Ne hikmetse, kendime hep zor problemler yaratmayı seçtiğim ve sevdiğim için, bundan sonra ne olur sorusunu biraz daha geniş bir açıdan ele almak istiyorum. Ama önce bir parça durum tahlili yapalım.
***
Paul Krugman, öteden beri aynı minval üzere yazdığı ve Yunanistan'daki
tepkiyi destekleyen yazılarına bir yenisini ekledi. Hoş bir metafor kullanmış. Diyor ki, 'Avrupa'nın
kerameti kendinden menkul (self-styled) teknokratları, Ortaçağ doktorlarına benziyor. Hastalık ne olursa olsun, kan alıyorlar. Hasta akıtılan kanından ötürü daha takatsiz düşünce, yeniden hastalandı deyip yeniden kan alıyorlar.' Kredi kuruluşlarının
daha fazla kemer sıkın demesi de tamamen böyle bir şey.
Bu formülün reddedilmesini anlıyoruz ve elbette destekliyoruz. Zaten 1.5 milyar avroluk bir borcun
kıyamet koparmayacak bir borç olduğu açıkken, yapılan tartışmanın asıl düğümünün başka bir yerde atıldığı açık:
Yunanistan Avroda kalacak mı, Avrodan çıkacak mı?
Krugman, zaten diyor, Avrodan çıkarsa doğabilecek
sıkıntı yaşandı. Şimdi neden terk edip işin sağlayacağı faydalardan yararlanılmasın?... Üstelik diyor, bu kriz, yanlış borç almak ve yanlış borç vermekle ilgilidir. Yunan halkı hükümetlerinin günahını misli misli ödemiştir. Ayrıca, Avrodan çıkınca Yunanlar
kötü Avrupalılar olmayacaktır.
***
Peki... Tartışmayı tam da bu noktada bir adım öteye taşımak gerekir. Sorum şu: ortaya konan bu politika Yunanistan
sınırlarının ötesinde neye tekabül ediyor? Yani bu tutumla birlikte, eski tabirle,
Üçüncü Dünya ülkeleri diyelim, azgelişmiş ülkeler diyelim, ne dersek diyelim, o kesim artık
kredi kuruluşlarının karşısına gitmesin mi deniyor? Yoksa alınan
borçlar silinsin, herkes
redd-i miras etsin, kimse
borcunu ödemesin mi isteniyor? Hatta AB ekonomik politikalarını, para politikalarını değiştirsin vurgusu mu var işin içinde?...
Yunanistan'daki sonucun bu sorulara olumlu cevap üretecek kadar geniş çaplı olduğundan emin değilim. Ama kişisel olarak bu
hengâmenin ardından böyle bir '
vizyon'un gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hadisenin
sert çekirdekli bir politikaya dönüşmesi şart. Yoksa iş,
Türkiye'deki en zengin gazetecilerin Yunanistan'a gidip eğlenmesi, eşlerinin neden ortaya çıkan kararı benimsediğini anlatması ile sınırlı kalır. Yani bir '
şova' dönüşür. Halbuki ortada çok ciddi bir model var. Analiz edilirse sorunun bir yanıyla
AB'nin iç sorunu olduğu görülüyor. O bizi pek ilgilendirmiyor. Ama öte yanda,
sorumsuz hükümetlerden sonra gelen ciddi hükümetlerin ve genel olarak
halkın ödediği bedeller duruyor. Buna bir boyut daha ekleyeyim: bir ülkenin herhangi bir angajman içinde limitlerinin olması ve onları koruyabilmesi gerekir. Sorunu yaratan, hiç değilse ona ortak olan tarafın daha sonra
güçlüyüm deyip (bu durumda AB) karşı tarafı
zafiyetinden bilistifade her şeye mahkûm edip etmeyeceği gibi köklü bir sorundur burada tartışılan.
Daha da daraltarak söyleyeyim: bu çekişme yeni bir
rasyonel yönetim, yeni bir ekonomi anlayışı doğuracak mıdır? Buradaki tutumdan gerçek bir
sol politika çıkacak mıdır? Eğer bu modeli üretemezse bugünkü sorunlar AB'nin bir iç sorunu olarak kalacak, sadece biz onu başka bir şey sanarak bir kere daha yanılacağız.
İşte derdim bu...