O gece Yavuz (kardeşim) ve arkadaşları bizde toplanmıştı. Hepsi ODTÜ'de okuyordu. Ben de onlara 'calculus' çalıştırıyordum, yüksek matematik. Babam içeri girdi. Gece 11 'ajans'ında dinlemiş: 'Abdi İpekçi öldürülmüş' dedi. Aklım başımdan gitti. Zaten zar zor hayatta kaldığımız bir dönemdi. Ecevit de iktidarını ayakta tutmaya çalışıyordu. O kadar destek de olmasa her şeyin büsbütün kötüye gideceğini varsayıyorduk ama daha kötüsü acaba olabilir miydi?
Çarşıda, pazarda hiçbir şey bulunmuyordu. Günde 6 saate varan elektrik kısıntıları yaşıyorduk. Kalorifer yakıtı yoktu, evlere soba kurmuştuk. Hepsinden beteri, sokakta her gün 10'a yakın insan öldürülüyordu. Nihayet Abdi İpekçi de öldürülmüştü işte.
Ama ondan hemen önce 14 Nisan 1978'de Malatya olayları çıkmıştı. Aleviler katledilmişti. Evleri, işyerleri yıkılmıştı. 19-26 Aralık 1978'te, yani İpekçi cinayetinden aşağı yukarı bir ay önce Maraş katliamı yaşanmıştı, 150 Alevi öldürülmüş, evleri, dükkânları yakılıp yıkılmıştı. Bu olayları da Ülkücülerin yönettiğinden kimsenin kuşkusu yoktu, kendileri de sonradan inkâr etmediler zaten. Kısacası, bir yerlerde bazı düğmelere basılmış ve Ecevit iktidarının devrilmesi için elden gelen yapılıyordu.
Maraş'ı Çorum katliamı izledi. Mayıs 1980'de başlayan olaylar temmuza kadar devam etti. Bildiğim kadarıyla 60 civarında Alevi öldürüldü. Bu defa Demirel iktidardaydı. Daha önceki olayları olduğu gibi onları da 'komünistlerin tertip ettiğini' söylüyordu. Velhasıl bütün bunlar iç savaş yaşamadığı söylenen bir toplumun ve tarihin katliamlarla dolu iç savaşıydı ve tamamı Alevilere, solculara yönelikti.
Hepsinin ardından 12 Eylül 1980 günü ordu iş başına geldi. O yönetime geçsin diye bu olayların tezgâhlandığı söylendi durdu. Buna bugün her zamankinden daha fazla, yürekten katılıyorum. Ama bütün bunların artık benim için doğrudan bir önemi yok. Çünkü daha önemli bir şey var.