Kırk yaşında bir genç adam sadece Yunanistan'ı silip süpürmedi, AB denen ve ne olduğu artık büsbütün anlaşılmayan o garip varlığı da belli ki epey sarstı. Bu konularla ilgili herkes bundan sonra AB-Yunanistan ilişkilerinin ne olacağını konuşuyor. Dünyayı, Batı bloğunu, kapitalizmin merkezlerini, AB ofislerini, borsaları bir telaş sardı. Ve pazartesiden beri dünya medyasında izlediğim o telaş, bana çok ilginç, hatta şaşırtıcı bazı ilişkiler kurdurdu.
AB'yi sarsan ikinci kişi Erdoğan diye düşündüm. Kuşkusuz, İngiltere'nin kuşkuları var, Euro'ya geçmeyen diğer bazı ülkeler var ama birliğe sonradan katılan ve boynunu her türden satırın altına çaresizlikle uzatan ufak tefek Avrupa ülkeleriyle onlar bir değil.
İşte pazar günü yaptığı açıklamada, 'biz de AB'yi test ediyoruz ve kapısına gitmeyiz' dedi Erdoğan. Politik olarak doğruduryanlıştır o ayrı mesele ama Erdoğan'ın AB'yi sıkıştıran ikinci isim olduğu açık. Tsipras içeriden bunaltıyorsa AB'yi, Erdoğan dışarıdan bunaltıyor. (Bu arada ben AB yanlısı olduğumu hemen belirteyim.)
***
Yunanistan-Türkiye arasındaki bu ilginç benzerlik sadece AB bağlamında ortaya çıkmıyor.
Syriza'nın pazar günkü başarısı
2002'de Ak Parti'nin Türkiye başarısına tıpatıp benziyor. İyice sıkışmış, yolsuzluk, kötü yönetim, birkaç düzeyli kriz batağına saplanmış, tüm bu çıkmazların yükünü halkın sırtına vurmuş
Yunanistan siyaset sınıfı silindi gitti. Syriza, neredeyse oyuncak haline getirilmiş, siyaset yapıyoruz diye adeta oyun oynanan bir halkın isyanıdır. Kabul edelim burada öne çıkan
radikalizmidir.
Ama bu radikalizmin
soldan arındırılması, soyutlanması doğru değil, tepeden tırnağa yanlış olur. Aksine o radikalizmi hazırlayan iddiaların tamamı
sol bir dünya görüşünün içinden derlenmiştir. Bu göz ardı edilemez. Yoksulların öncelikli oluşu, zenginden alıp yoksula verme önerisi, Yunan borçlarının AB'ye ödenmemesi... Tüm bu argümanlar düpedüz
sol bir anlayışın uzantısıdır. Yani,
sol olmasaydı radikal olmazdı Syriza.
Şimdi Avrupa bu sarsıntıyı yaşıyor. Unutulmuş, artık aşılmış kabul edilen iddialar ansızın denecek kadar kısa bir sürede ortaya saçıldı ve kendisine taraftar buldu. Şimdi, Syriza bütün bu iddialarını hayata geçirecek kadar sistemli bir 'sol' politika üretecek mi diye izlenecek. Yoksa sol siyasetin en önemli '
erişkin hastalığı' olan
popülizmle mi devam edecek?...
***
Bu sorunun cevabı hayati derecede önemlidir. En az, Syriza'nın AB'ye gönderdiği ve onu darmadağın eden salvo derecesinde önemlidir. Çünkü salt
popülist bir politikayla ilerlemesi ve bir
sol sistem kuramaması durumunda, AB baronları, şimdiden birbiri ardında açıklamalar yapan
Lagarde ve bütün bu öfkenin odağında duran
Merkel, Yunanistan yönetimine diz çöktürmek için elinden geleni yapacaktır.
Zaten yaralı, ağır kan kaybeden bir toplumun ve bir ekonominin bu sıkıntıyı daha fazla göğüslemesine olanak yok. Bu durumda da gene
Tsipras'ın Türkiye'yi kendisine örnek alması gerekiyor. Öncelikle kendi kendisini yönetecek bir ekonomi ve toplumsal dönüşüm üstünden yönetilen, somut sosyolojik tabana oturan bir siyaset.
Her şeye rağmen bir açılım oldu. Toplumların son kertede, sıkıştıklarında, ne türden bir tepki göstereceklerini Yunanlar apaçık kanıtladılar. Kaldı ki,
Yunanistan, İspanya, İtalya yani
Akdeniz hattı daima bir etkileşim cephesidir.
1970'lerdeki askeri müdahaleler, derin devlet, çok önemli sol çıkışlar hep bu çizgide gelişti. Hatta bu çizgi Akdeniz'le daima bir dirsek teması olmuş
Fransa'yı bile etkiledi.
Şimdiden sonra ne olacağını bir izleyeceğiz. Ama bence
Tsipras komünist olmadığı gün gibi aşikâr
Erdoğan'ı ve Ak Parti'yi daha yakından izlesin!