'Ölmez ağaç' deniyor zeytin ağacına, Anadolu'da. Binlerce yıl yaşıyor bir ağaç. Ama öldürülüyor, dalları barışın sembolü olan bu ağaç. Üstelik onu 'ölmez ağaç' diye tanımlayan Anadolu'da. 6000 zeytin ağacı buldozerlerin çelikleri altında ezildi. Ortada bir mahkeme kararı var. Yapılanın yanlış olduğunu yazıyor gazeteler. Firma, 'timsah gözyaşları' diye algılanan gözyaşları döküyor ve beni işin bambaşka boyutları düşündürüyor.
Bir kere, her biri bilmem kaç yıllık 6.000 ağacın kesilmesi, yok edilmesi bir 'fizik' olarak, bir 'hacim' olarak insanı ürpertiyor. Fakat bu genel bir sorun: üstünde ağaçlar var diye hiçbir araziye dokunulmayacak, hiçbir arazi daha verimli hale getirilmeyecek mi?
Elbette dokunulacak ve getirilecek. Fakat dünyanın ana tartışma konularından biri bunun yöntemi hakkındadır. Hangi arazinin, hangi şartlarda dönüştürüleceği, hangi tarım arazisinin zamanla başka amaçlar için kullanılacağı birçok planlamanın özünü oluşturur. Tarım planlaması bunlardan sadece biridir ve artık iyi biliniyor ki, Türkiye uzun yıllar attığı adımları, işin bu yanını ihmal ederek, yok sayarak attı.
Öyle bir anlayışı daha fazla devam ettirmenin imkânı yok. Dünya yeni bir demokrasi anlayışı üretiyor. Bu yeni yaklaşımın içinde çevre duyarlılığı ayrı bir önem taşıyor. Enerji gibi bu derecede ciddi, uğrunda dünya savaşları yaşanan bir konuda bile büyük dönüşümler yaşanıyor. Bütün bunlar 'yeni demokrasi' anlayışının sonucu. Yani, saydamlık, hesap verme, katılım, paylaşım, rıza gibi kavramlarla büyüyen bir model yeni demokrasi. Ticaret, toprak dönüşümü, kapital, mülkiyet de bu anlayışın içinde şekilleniyor artık. Eski sermaye tahakkümü bugün bizzat kapitalizmin kendisi tarafından reddediliyor. Öyle olmasa firmalar sosyal sorumluluk çabalarına girişmezdi.
Buradan başka bir yere gelmek istiyorum.
Daha, önce maden kazaları, iş kazaları nedeniyle de yazdım. Türkiye, son yüzyılda, modern kapitalizmle bütünleşmek istedi. Bu 'ilkel sermaye birikimi'ni sağlamakla mümkündü. Gerçek 'vahşi kapitalizm' dönemi budur. Bu amaçla Türkiye, her şeyi kırıp dökerek ilerlemekten çekinmedi. Yapabilirdik, kentleri o dönemde planlayabilirdik, kırsal araziyi nasıl kullanacağımızı, termik santralleri nereye kuracağımızı daha iyi düşünebilirdik, olmadı.
Dünyada da bu hassasiyet eksikti. O nedenle Obama iş başına gelirken '21. Yüzyılın Amerika'sını kurmak' gibi bir hedef koydu. Bu hedef temiz, güvenilir enerji, çevre duyarlılığı demekti. Yani dünya bilinçlendi ve başka bir noktaya erişti.
Türkiye ise hâlâ ilkel kapital biriktirme mantığıyla hareket ediyor. Hâlâ, 6 bin ağacı bir gecede kesmekten kaçınmıyor. Dünyanın ne kadar değiştiğini algılayamıyor. Halbuki, 'itibar' bugün sadece soyut bir kavram değil. Bir ekonomik değer, bir 'sermaye' bugün itibar ve o düzeye ancak bu tür duyarlılıklar taşındığı, gösterildiği zaman erişiliyor. Bugün dünyanın en önemli kurumları üretim aşamasında gösterdikleri bir özensizlikle bir gecede büyük değerler yitirebiliyorlar. Çocuk işçi çalıştırmak, düşük ücret politikası uygulamak gibi 19. yüzyıl sanayileşme dönemi uygulamalarının bugün tasavvur, tahayyül edilmesi bile bir firmayı yıkımın eşiğine getirebiliyor.
Türkiye de bence o dönemi aşmalı artık. Bu, hükümetin ele alması gereken başlı başına bir politika olmalı. Şimdi maden kazalarından sonra belki o noktaya ulaşılıyor yavaş yavaş ama daha fazla gecikme, daha fazla yavaşlık kaldıracak bir durum değil bu. Ve işin ilginç yanı şu ki, daha önce solun savunduğu bu tutum bugün dünyanın bir ortak kabulüne dönüşmüş durumda. Dolayısıyla Türkiye'nin de bu anlayışı bütün kanatlarıyla benimsemesi ve uygulaması gerekiyor.
Ölmez ağacı öldürmek başka bin türlü şeyi öldürmektir...