Akademik hayatın soğuk ve mesafeli ortamı içinde pek bu tür tabirler kullanılmaz. Ama
İlhan Tekeli, Türkiye'nin kuru, kurak ve çorak akademik ikliminde bir mucizedir. Yıllardır, herhalde 40 yıldır, kalemiyle birbirinden farklı konularda yayın yapmıştır. Bu yayınların bazılarını
Selim İlkin'le birlikte gerçekleştirmiştir.
Tekeli'nin ve İlkin'in çoğu zaman özgün
belgeler üstünden geliştirdiği bu yazı etkinliğinin dikkat çeken yanı sadece bu değildir. Tekeli'yi bir tarihçi olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Yanlıştır veya değildir, o bir yana, en azından Tekeli'ye haksızlık olur. Çünkü, Tekeli, şimdi
Tarih Vakfı tarafından muazzam bir iş olarak yayınlanan
Toplu Eserleri'nin gösterdiği gibi tarihçilikten çok ötede bir noktada akademik ve entelektüel faaliyetini oluşturmuştur. En doğrusu onu, bizde örneği çok az görülen, bir
sosyal bilimci olarak nitelendirmek gerekir. Bu sahanın, sosyal bilimlerin, her alanında Tekeli
entelektüel akademizminin en özgün yapıtlarını vermiş bir bilim adamıdır. (Hatta şunu da yazayım. '
Akademik entelektüelizm' daha sık görülen ve nispeten kolay bir tutumdur. Asıl zor olanı '
entelektüel akademizmdir' ki, Tekeli'nin asıl niteliği budur. Belki onu bile şu 'izm' ekini kırarak daha geniş bir saha ve ufka taşımıştır.) Her ne kadar yapıtlarının daha büyük bir kısmı
kent planlaması ve
kentçilikle ilişkili olsa da, Tekeli, onu da,
toplumsal kuramın bağlamına oturtmasını bilmiş, bu alandaki en çetrefil akademik konuları da çok daha geniş bir
sosyal bilimler bakış açısıyla kuşatmıştır. Bu defa elimizde Tekeli'nin, İlkin'le birlikte kaleme aldığı üç ciltlik anıtsal bir yapıt var: buna ben "
Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı tarihi ve çözümlemesi" demeyi uygun buluyorum. Kitap gerçekten hayranlık uyandıran bir dikkatle ve emekle üç cilt olarak yazılmış. 1. cilt,
Dış Siyaseti ve Askeri Stratejisiyle 2. Dünya Savaşı Türkiye'si başlığını taşıyor. Bu
2. Dünya Savaşı Türkiye'si, 2. ciltte,
İktisadi Politikaları ve Uygulamalarıyla, 3. ciltte ise
Savaşın İçinden Geleceğine Yönelen yanıyla ele alınıyor. Tekeli'nin ve İlkin'in bir
tarihçi olmadığını belirttim. Bizdeki
'tarih yazıcılığı' tartışmaları döner dolaşır, biraz da 19. yüzyıl Alman tarihçiliğinden izler taşıyan bir biçimde
belgecilikle özdeşleşir. Oysa, bir sosyal bilimcinin özgün belgelerin gerektirdiği hassasiyetlerin dışında kalarak yaptığı yorumlar üstünden gelişen ve
yorumsamacı bir tarih anlayışı daha vardır. Tekeli-İlkin ikilisini 'yorumsamacıdır' diye nitelendirmek bana düşmez. Gene de, birçok özgün belgenin yer aldığı bu kitapların ağırlık noktasını en azından benim için getirdikleri
yorumsamanın oluşturduğunu belirtmek istiyorum. Bu saptamayla şu noktayı vurgulamak istiyorum: elimizdeki kitap gene bir başka tarihçilik tartışmasının kapısında duruyor. Bu
makro tarih- mikro tarih arasındaki ilişkidir. Veya kopuştur. Tekeli-İlkin ikilisinin görkemli çalışması bana kalırsa elbette bir mikro tarihtir. Son kertede üstünde çok konuşulmuş, akademik, entelektüel hatta siyaset alanında sürekli '
dikatomiler' içinden ele alınmış bir konuyu mercek altına alıyor yazarlar. Ne var ki, o mikro tarihi olabildiği kadar makro bir perspektife oturtuyorlar.
2. DÜNYA SAVAŞI OKUMASI
Bu kitaptan sonra elbette başka tarihler yazılacaktır. Zaten kitabın en önemli yanlarından birini de yeni çalışmalara kapı aralayacak özellikleri meydana getiriyor. Bununla birlikte, elimizdeki veriler ışığında bugün için bu konuda söylenebilecek her şeyi dile getiren, son derecede analitik bir yaklaşımla ele alınmış bir 2. Dünya Savaşı incelemesi var önümüzde. Hatta hemen belirtelim, kitap, Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı'nı incelemekle birlikte, bizatihi savaşın bütün dinamiklerini ve tarihini de ayrıca en genel planda değerlendiriyor. Doğrudan bir 2. Dünya Savaşı tarihi, hatta konuya yaklaşım itibariyle, hayli ilginç ve özgün bir 2. Dünya Savaşı 'okuması', çözümlemesi olarak rahatlıkla değerlendirilebilir. İlk cilt,
uluslararası politika stratejilerini ele alıyor. Eski komutanların yönettiği bir devlet politikası içinde bu alanı, o tarihte, 'askeri stratejilerden' uzak kalarak oluşturmak mümkün değildi.
Sübjektif zaman olarak bakılırsa, 2. Dünya Savaşı başladığında Cumhuriyet kurulalı ancak 15 yıl olmuştur. 1. Dünya Savaşı bitiminin üstünden de ancak 20 yıl geçmiştir. Kaldı ki, Türkiye 1912-1922 arasını, 10 yılını, sürekli bir savaşta harcamıştır. Son derece de kritik bir coğrafi lokasyonda,
Avrupa ve
Rusya'yı bir hilal olarak görürsek, o hilalin iki ucunun ortasındadır.
Faşizm/ler ve komünizm ikilemi arasındadır. Şimdi kitap okununca
Milli Şef'in çok maharetle '
ikili' bir politika götürdüğü anlaşılıyor.
TÜRKİYE MODERNİZMİ
Bütün mesele buradadır. Savaş boyunca 'Almancı politikasıyla'
İnönü, savaşa girmese bile, ülkenin yaşadığı
ekonomik yıkımı bir nebze olsun engellemek kaygısındadır. Fakat şimdi Tekeli- İlkin metninin çok somut bir şekilde ortaya koyduğu üzere, bu girişimlerin hiçbiri, ekonomik yıkımı engellemez.
1929 bunalımını iliklerinde hissetmiş ve oradan ancak içe dönük devletçiliği üreterek çıkmış Türkiye'nin
otoriter yönetimler döneminde bu anlayışını maksimize etmekten başka yolu kalmamış gibidir. Kitabın 3. cildi bu konuyu tartışıyor. Bir manada
politik kurumlar, onların kurucusu
ideolojik yapılar irdeleniyor. Ekonomik yıkım, ancak üst düzeyde bir
politizasyonla toplumsal tepkiden uzak tutulabilirdi. Tekeli-İlkin dönemin ideolojik kurumlarını teker teker ele alarak bu dinamiği yerli yerine oturtuyor. Kitabın en ilginç yanlarından birini de gene 3. ciltte değerlendirilen ve Türkiye'nin '
geleceğe yönelen' politikaları meydana getiriyor. Öyle anlaşılıyor ki,
1946 yılında
çok partili rejime geçiş, 1923 sonrası politikaların ilk kırılma noktasını meydana getirmekle kalmıyor. Bir hesap hatasını da içeriyor. Belki benimki biraz ileri giden bir yorum olacaktır. Ama şimdi elimizdeki bu büyük tarih kitabının bu bölümdeki analizinden ben Tekeli-İlkin ikilisinin, 1950'de, iktidar değişmeseydi İnönü'nün elbette daha
liberal bir siyaset ve ekonomi politikası uygulamakla birlikte daha önceki dönemlerden izler taşıyan bir tutum içinde kalacağı (örtülü) anlamını çıkardım. Bu sonucu Tekeli-İlkin'in 2. Dünya Savaşı yıllarını ve o dönemi de mühürlemiş olan '
kurucu ideoloji'yi
modernizm planında değerlendirmelerinden türetiyorum. Belli bir modernizm anlayışının bütün kurumları ve hatta bilinciyle Türkiye'de yerleştiği, serpilip geliştiği dönemdir o dönem. Türkiye'de modernizm (belki Batı'daki otoriter modellerinden bile farklı olarak)
popülizme kapalı kalmasıyla oluşturmuştur karakterini. 1950 sonrası ise bu kapıyı açıyordu. Büyük, kazmakla bitirilmeyecek, alabildiğine zengin, hayranlık uyandıran bir maden İlhan Tekeli- Selim İlkin'in
2. Dünya Savaşı Türkiye'si... Şimdiden bir klasik!