Anlamadığım şu; Türkiye'de üstünde tartıştığımız konuları neden bir türlü demokratik alanın genişletilmesi için birer imkân ve araç olarak görmüyoruz? Kürtlerin anadil özgürlüğü, din eğitimi, ibadet biçimi ve mekânı tartışmalarını yapıyoruz çünkü bunların tümünü devlet- sivil alan çatışmasının içinden okuyoruz.
O yetmiyor, bu konuların tamamında devletin "kontrolünü", belirleyici rolünü sivil alanın üstünde tutuyoruz.
Halbuki kolaylıkla değişebilir bu anlayış.
Artık. Çünkü yakın geçmişimizde bütün siyasal hayatımızı tayin eden en büyük konuyu, başörtüsü konusunu, bir temel insan hakkı, özgürlük ve demokratikleşme sorunsalı olarak gördük ve o yoldan çözdük -artık ne kadar çözdüysek. Ama hiç değilse o kulvara girdik. Peki, şimdi şu yukarıda saydığım üç alanı neden bu bağlamda ele almayalım?
AİHM'nin kararını başka türlü yorumlama olanağı zaten yok. İnsan hakları meselesidir bu diyor ve devletin kimseyi zorlamamasını istiyor. Buna mukabil Başbakan Davutoğlu, ateistlerin bile zorunlu din dersi alması gerektiğini söylüyor.
İki nedenden ötürü katılmıyorum o görüşe.
Birincisi, bu eğitimin verildiği dönemde bir çocuğun ateist olabileceğini düşünmek zor.
Dolayısıyla Davutoğlu aileleri dile getiriyor, zımnen. Yani, çocukların henüz aile kararlarıyla bilinçlerinin ve kişiliklerinin biçimlendiği bir dönemi işaret ediyor, din eğitimi alınan yılları zikrederek. O durumda çocuğun değil ailesinin iradesi geçerli. Bir kere bu benim için zaten sorunlu bir durum. Bana kalırsa tam da bu nedenle, çocuğun kendi tercihi söz konusu olmadığı için, büyük ölçüde çocukların kendileri bu tercihte bulunmadıkları için "din bilgisi" dersi vermemek gerekir.
Ama verilecekse o zaman, ateist ailelerin de bu dersi "zorunlu olarak" alması için temel bir şartı vurgulayayım: dersin, müfredatın "nötr" tasarlanması. O zaman "din bilgisi" dersi olmaz. Bir din felsefesi dersi olur.
Herhangi bir mezhebin, dinin akaidinin anlatıldığı ders olmaktan çıkıp müfredatın tamamen soyut ve felsefi planda "din bilgisini", din kavramını, din felsefesini tartışması gerekir.
O zaman ateizmin de bir kategori olarak, bütün öncülleri ve iddialarıyla anlatıldığı o dersi, o mukayese zeminini oluşturmak, görmek için söz konusu aileler de alır. Almalıdır.
Oysa bugünkü durum o değil. "Din bilgisi ve ahlak" dersinde Sünni- Hanefi akaid ve muamelat anlatılıyor. Öncelikli ve ağırlıklı olarak. Böyle bir ders gene okutulabilir.
Devlet bu işlerde üst otorite olmak istiyorsa olabilir fakat ders seçmeli olmak zorundadır. Dileyen alır, dilemeyen almaz. Bu meyanda İsevilik de Musevilik de öğretilebilir, seçmeli bir ders olarak. Yoksa çok söylendi ama gerçekten sivriliği hâlâ insanı rahatsız ettiği için bir kere daha belirteyim, bir Hıristiyan aile çocuğunun, bir Alevinin veya ateist aile bireyinin bu dersleri alması gerçekten rahatsız edici değil mi? Bu kadar basit. Gerçekten bu kadar basit.
İkinci itirazım şu: devlet bu konuda o derecede güçlü olmak istiyor ki, "ahlak" gibi aslında sivil olması gereken bir kavramı dahi "din bilgisi" sınırları içine alıyor. Yani, ahlakın bir dinsel bağlam olduğunu "öğretiyoruz."
Elbette öyle bir kabul var. Ama ahlak tartışmalarının sınırlı bir bölümünde geçerlidir o görüş. Dinsellik ahlakı kapsar. Ama her ahlak dinsel olanla özdeş değildir. Maksat da odur.
Bireyin dinden ahlaka gelmesi değil, ahlaktan dine gitmesidir ideal olanı. Yoksa elbette İslam da İsevilik de ahlaki zeminlerdir.
İşte onun için diyorum ki, dinin öneminin ve toplumca kabulünün gitgide arttığı bir dünyada, din eğitiminin aşağıdan gelen bir talep olduğu ve öylelikle güçlü bir meşruiyet kazandığı bir ortamda, tam da bu ortamda, bu alan özgürleştirilmeli ve demokratikleştirilmelidir. Şeytan ve ayrıntı meselesidir artık demokrasi!