Dün 1 Mayıs'tı. Sabah erkenden kalktım. Deniz kıyısında bir kahveye gittim. Gün o kadar yeniydi ki, çalışanlar henüz yemek yiyordu. Servisin başlamadığını söylediler. Beni başlarından savdılar.
Başka bir kahveye geçtim. Tanıdığım servis görevlisi hal hatır sordu. "Bayramınız kutlu olsun" dedim. Boynunda, başında açık ve güzel bahar renklerinde fularlar vardı. "Kırmızı nerede" diye sordum. "Biz işçiyiz, çalışıyoruz, bayramı kim yapıyor" dedi. Ne yalan söyleyeyim, "kapitalistler" dedimse de "utandım." Ben de onun olması, kutlaması gereken bayram sabahında onun emeğine taliptim.
***
1 Mayıs bayramı dünyanın hiçbir yerinde, haydi sert bir ifade kullanayım, "
masum" bir bayram değildir. Bir
sınıf mücadelesi tarihinin hatırlandığı, anıldığı (iki sözcük birbirinden epey farklıdır), bu anmanın
eylemlerle bütünleştiği bir gündür.
1 Mayıs, toplumun belli bir kesiminindir, diğer kesimine kapalıdır.
1 Mayıs'ın
kapalı olduğu kesim de
işçi ve emek gibi kavramları sahipleniyor. Bu bir çarpıtmadır. Eski dönemlerdeki tabirle "
korporatizm"dir, sınıf gerçeğinin sulandırılmasıdır, reddedilmesidir.
Elbette
1848 yılında değiliz. Elbette "
Avrupa'nın üstünde bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti" diye başlayan
Komünist Manifesto günlerinde yaşamıyoruz. Avrupa'nın sokakları o yıl patlayan
devinim ve devrim girişimleriyle sarsılmıyor. (
Fransız İhtilali'nin çıktığını gelir Kral'a anlatırlar, bir "
devinim mi" der (
revolt/ başkaldırı). Hayır derler bir
devrim (revolution). Kapitalizm emekçi sınıfı epey
gevşetti. Bu gelişmeyi daha
1900 yılında
Eduard Bernstein haber veriyordu. Gene de bir
işçi sınıfı var, bir
emekçi kitlesi var, bir
tarih var.
***
Sorun o: 1 Mayıs'ı emekçilerin, işçilerin bayramı
ilan edip sonra da onu kutlamalarını
kısıtlamak pek akla sığan bir şey değil. Türkiye'de bu kutlamanın odak noktası, ne dersek diyelim
Taksim Meydanı'dır. Bu Meydan başlı başına bir
tarihtir, bir
bellektir. Bellek katmanlarıyla yüklüdür Taksim.
Cumhuriyet oradadır,
27 Mayıs oradadır,
işçi sınıfı ve
1970'ler oradadır. Ve
toplumsal bellek böyle bir şeydir. İnsanlar o meydanı kullanarak kendi belleklerini, tarih ve geçmişlerini canlı tutmak istiyor.
İktidarın işçi sınıfına
başka bir meydanı kutlama alanı olarak göstermesi sorunu çözmez. Tersine, sorun doğurur. Çünkü o öneri, değindiğim
belleğin "silinmesine" dönük bir girişim olarak algılanıyor. Öyledir de. Kentin, toplumsal alanın sürekli olarak
"yenilenmesi", onun hafızasından arındırılmasıdır. İlgili kesimler buna itiraz ederler. Kaldı ki, yeni alan önermesi
geleneksel bir devletçi refleks oluşturuyor.
***
Ak Parti iktidarının
toplumsallık anlayışıyla anlaşamadığım nokta bu:
toplumsallığa (kamusallık denen kavramın doğrusu) müdahale ediliyorsa orada ağır bir
devletçi tepki, tavır, tutum var demektir. 1 Mayıs'ın İşçi Bayramı haline getirilmesi ne kadar doğru ve önemliyse
toplumsal alanın yasaklanması o ölçüde yanlış.
Nedeni çok açık:
toplumsallık mekânından soyutlanır bir şey değildir. Hele bu
yasağın sağlanabilmesi için bütün yolların, iskelelerin, köprülerin tutulması, kentin kapatılması sadece yanlış değil o
devlet refleksinin en uç noktada gösterilmesidir ki, bu
Gezi olaylarından beri söylüyorum, büyük toplum kesimlerine
siyaset yaptıran Ak Parti'nin siyaset anlayışıyla çelişir. Bir de, bu 1 Mayıs yasaklaması
1970'lerdeki, Soğuk Savaş yıllarındaki, sağ iktidarların sol korkusunu, endişesini anımsatır.
Siyaset toplumsal, toplumsal olan mekânsaldır. Taksim orada durdukça ilgili bellekler yaşayacaktır.