Cumhurbaşkanı seçimini hep Ak Parti ve onun bünyesindeki isimler açısından tartışıyoruz ama işin içinde başka bir iki boyut daha var.
Birincisi böyle bir seçimin gerçekleşmesi asla tek bir kişinin arzusu ve talebi neticesinde gerçekleşmez. Herkes Cumhurbaşkanı olmayı ister. Ama sonucu toplumsal dinamikler belirler. Bu toplumsal dinamikler dediğimiz şey ise hem bütün bir toplumun üzerine oturduğu yapıdır hem de onun Ak Parti'deki yansımasıdır.
Öyle bakınca bugünkü toplumsal yapının neye karar vereceğini iyi düşünmek gerekir.
Ben bu akıl yürütmeyi toplumsal- sınıfsal ilişkiler açısından yapmanın doğru olduğu kanısındayım.
O zaman şu muhakemeyi yürüteyim.
***
Türkiye
2002 sonrasında
İstanbul sermayesi- Anadolu sermayesi zıtlaşmasını yaşadı. İstanbul sermayesinin
Ak Parti'ye karşı olduğu bir gerçek. Fakat onun karşısında sürekli olarak
gerilediği de bir o kadar gerçek. O nedenle İstanbul, kendisiyle her fırsatta çekişmiş Erdoğan'dan yana tavır almayacaktır. O meyanda cumhurbaşkanlığı seçimi gene bir "
referanduma", bir
hesaplaşmaya dönüşecektir.
Etyen Mahcupyan'ın ifadesiyle halk o
yüz yıllık parantezi kapatmak için Ak Parti adayını destekleyecektir. Diğer çevreler uzak duracaktır.
Bu o kadar böyle ki, cumhurbaşkanlığı seçiminin
dikensiz olmadığını şimdi bizzat
Başbakan Erdoğan dile getiriyor.
Kimsenin bu seçimi
oldubitti veya
çantada keklik olarak görmemesi gerektiğini söylüyor. O deneyim, birikim ve kabiliyette bir siyasetçinin niye böyle söylediği çok açık.
Evvela, şimdi art arda herkesin yazdığı gibi
Ak Parti cephesinin yarılması endişesi var. Cephenin ortasındaki bir bozulma beklediği kazanımları İstanbul'a sağlayacaktır.
Onun ardından da nelerin geleceği açık.
Erdoğan öncelikle bunun hesabındadır.
Buna
makro hesap diyelim.
***
İkincisi
Ak Parti içindeki unsurlardır.
O parti de şimdi tabanı itibariyle
büyük sermaye- küçük sermaye olarak ikiye ayrılıyor. Ne yapalım ki, büyük sermaye, her yerde,
uzlaşmalardan yanadır,
kavgasız gürültüsüz bir ortam ister. Küçük sermayenin
radikal hırsları büyük sermayede görülmez. Sadece tatmin olmanın neticesi değildir bu. Daha fazla kazanmanın yoludur.
Refah Partisi'nde,
Erbakan'a karşı başlayan eleştirilerin belkemiğini de aynı anlayış hazırlamıştı: Hoca çok seviliyordu ama her defasında iş yapmak, kazanmak, sisteme yerleşmek isteyen kesimleri sistemle kavgaya itiyordu.
O çevre bugün de benzeri bir değerlendirme içindedir. Hayli zıtlaşmış bir yapıya sahip Türkiye'nin şimdi daha ılımlı bir noktada karar bulmasını istiyor. Bu bakımdan daha
küçük sermaye gruplarından ayrılıyor. Fakat onun da gidip o küçük sermaye gruplarıyla bütünleştiği bir nokta var:
Ak Parti'nin gücünü, diriliğini koruması. Çok doğal: ancak o yoldan
sistemle bütünleşecek iki kesim de. Ve kabul etmek gerekir ki, bu talep öyle yabana atılmayacak kertede ciddi ve önemlidir.
***
Üçüncü unsur Türkiye'de Ak Parti'nin bir
taşıyıcı koalisyon olmasıdır. Bu derecede
büyük ve yaygın bir iktidarın sadece
çekirdek tabanla gerçekleşmesi olanaksızdır.
Ak Parti, bugüne kadar, gücünü, kurduğu koalisyonlarla sağladı. Bunlar
liberaller, solcular, Kürtler ve hatta diğer
toplumsal talep sahipleriyle doğrudan doğruya
İslami alanın farklı unsurlarıdır.
Ne var ki,
2013 sonrası ilk kesimle,
2014 başlarından itibaren de diğer gruplarla bu koalisyon bozuldu. Bırakın toplumu Ak Parti bile Cumhurbaşkanlığı seçiminin bu koalisyonların yeniden oluşturularak sonuçlanmasını istiyor.
Akılla düşününce Ak Parti'nin, yani siyasetin, Cumhurbaşkanlığından hem daha büyük olduğu hem daha ağır bastığı anlaşılıyor mu?