Hiç şaşıracak bir şey yok, Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı seçimi de Umberto Eco'nun kıyametler koparan gizemlerle, karmaşık olaylarla yüklü romanı Gülün Adı kadar heyecanlı bir serüven olmaya aday.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün son çıkışı işi tam manasıyla öyle bir çerçeve içine yerleştirdi. Yerde ve gökte herkes Gül'ün yaptığı açıklamanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyor. Üç noktada ben kendi yorumumu belirteyim.
***
Gül'ün
2007'deki Cumhurbaşkanlığı sürecinin ayrıntılarını hatırlayanlar için son hamle hiç de şaşırtıcı değil. Gül, o dönemde, Türk hukukçularının tarih boyunca yüzlerinde kara olarak kalacak
367 ucubesini bulma işine giriştikleri ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turlarından
sonuç alınamayacağını anladığında, hiç partisinin yetkili organlarına ve bu işi birlikte götürdüğü yakın siyaset arkadaşlarına danışmadan, çok hızlı bir şekilde hareket etmiş ve adaylığını geri çekmişti.
Niçin böyle bir çıkışa yöneldiğini anlamak kolaydı. Seçimler uzayacak, sonuç alınmayacak,
adı yıpranacaktı. O sıralarda olayları günü gününe izleyip bu işleri yazan biri olarak, daha o sırada söz konusu hamleyi bu şekilde yorumlamıştım ki, muhtemelen Gül'ün o adımı atmasını sağlayan ana amil zihninde çok canlı olan
1980 öncesi Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. O seçimlerde bilmem kaçıncı tura gelinmiş, sonuç alınmamış, parlamento da adaylar da yıprandıkça yıpranmıştı.
Benzeri bir durum bugün de cereyan ediyordu. Gül'ün adı Cumhurbaşkanı olarak,
içinde yer almadığı, hiç
fikir beyan etmediği tartışmalarda, günlük ve ucuz politika maksatları doğrultusunda gündemde tutuluyordu. Bu, onun adına karar almak, karar vermek manasını taşıyordu, o maksadı taşıyamasa da. Gül'ün Başbakanlığı, parti genel başkanlığı, siyasetten uzak kalacağı konusunda mana dışı yorumlar yapılıyordu.
Bu sadece Gül'ün değil, Ak Parti'nin ve bizzat
Başbakan Erdoğan'ın da
yıpranması anlamına gelirdi. Türkiye bir kere daha karmaşa içinde kalmış, Cumhurbaşkanlığı seçimini
kaotik hale getirmiş bir ülke görüntüsü verirdi. Böyle bir çıkışla tartışmanın kendisine ait sınırlar içinde cereyan etmesi sağlandı.
***
Gül'ün aynı açıklamasında değindiği ikinci nokta en az bunun kadar önemli değil mi?
Gül, Türkiye'nin Rusya olmadığını, bir
Putin- Medvedev formülünü kabul edemeyeceğini belirtiyor. Bu,
şartları olgunlaştığında, evet
şartları olgunlaştığında ve yerli yerine oturduğunda
değişiklik olamayacağı anlamına gelmez. Değişiklik olabilir. Türkiye'nin bu derecede deneyimli, birikimli ve başarılı iki siyasetçisini
değerlendirememe gibi bir lüksü olamaz.
Burada
makamlar değildir tartışılan. Yöntemdir.
Putin- Medvedev örneği de o bağlamda verilmiş gibi durmaktadır. Yani, daha açık belirteyim, bir tarafın tam
hâkimiyeti diğerinin ona
tabiyeti! Rusya modeli budur.
Makamları ne olursa olsun,
Gül- Erdoğan ikilisinin böyle bir modeli kurması ve kabul etmesi, iki taraf için de, düşünülemez. Çünkü olmaz ama hangi kombinezon içinde olursa olsun, Türkiye gibi bir ülkedeki, böyle bir ilişki
dış dünya tarafından kabul edilmez. Hızla ve şiddetle reddedilir. Türkiye'yi dış dünyaya kapar. Dolayısıyla çevreden gelen bu tür yorumlara karşı şimdi oluşturulan baraj aynı zamanda Erdoğan'ı ve en geniş manasında Türkiye'yi koruyan bir barajdır.
***
Üçüncüsü şu: açıklamayla kimse kendisini
dışarı taşımış olmuyor. Aksine, tartışmanın
reel ve objektif bir zemine yerleşmesine imkân veriyor. Tartışmanın şahıslardan değil
ilkelerden ve kurumsal yapılardan hareket ederek yapılmasına olanak hazırlıyor.
Yani her şey asıl şimdi başlıyor.