Bakıyorum. Hudson nehri akıyor. Su bin bir renk ve ışıklar kımıldıyor. Hudson üstünde NY'un görüntüsünü taşıyor. Nâzım Hikmet'in şirini anımsıyorum: "Su başında durmuşuz..." Akan her su, yürüyen her bulut, girip çıkılan her kent insanın geçmişidir, geçmişine dönüşüdür.
Gerçek NY'lular elbette kentin en alt ve en üst mahallelerinde sükûnet içindeki evlerinde yaşıyor. Kenti kuşatan inşaat kemirgenine sırtlarını dönüp gerçek NY yaşantılarına sığınıyorlar. Bu, lokantalar, barlar, sinemalar, konserler ve sergiler demek. Bir kent ancak bu mekânların ve etkinliklerin coşku ve gizemiyle kenttir. İşte iki sergi: Balthus bir köşede. Diğer köşeden Magritte bakıyor. İkisi de birbirinden karanlık, rahatsız edici ve koyu.
***
Ama
Cumhurbaşkanı Gül, BM Genel Kurulu'ndan 2. Cadde'ye bu atmosfere çıkmıyor.
Mısırlılar var etrafta ve Gül'ü görünce "
thank you, thank you" diye tempo tutuyorlar. Bu gösteri Türkiye için düzenlenmiş. Akşam, Gül'ün
Türk Evinde verdiği resepsiyonda ise daha ilginç görüntüler oluşuyor. Tıpkı konuşmasından sonra öbek öbek geldikleri gibi bu defa da davete grup grup geliyor "
Kara Afrikalılar." Türkiye'yi düşünüyorum. 1965'ten beri bu kavramı duydum: "
Kara Afrika."
Conrad'ın,
Gary'nin
Schoendoerffer'in romanlarına ve sol politikaya girmiş bu ülke şimdi NY müzelerinin önünde satılan
kabile maskelerinden ibaret değil.
Açlık, yoksulluk, acı, sömürge demek. Bir zamanların sol siyasetlerin, sömürgeciliğe karşı
Marksist bir sesle destekledikleri
ulusal kurtuluş savaşlarına ne oldu, bilmiyoruz. Ama şimdi o Afrika,
Türkiye'yi bir
kurtuluş ve kurtarıcı olarak görüyor. Karşılaştığımız çok önemli bir İslami kuruluşun başında bulunan yetkili ise yakın bir tarihte oluşan tereddütlere ve çekincelere bakılmazsa son on yılda Türkiye'ye
Arap dünyasındaki ilgiyi aynı şekilde nitelendiriyor.
***
Gül, değerlendirmelerini bu gergefin üstüne işliyor. Önce Suriye meselesi. O konuda söylediklerini doğrudan kendi açıklamalarından izlemek mümkün. Ama onların arkasında bir dünya siyaseti var. Çok derinlikli bir biçimde, Gül yeni bir
güvenlik mimarisine duyulan ihtiyacı vurguluyor. O meyanda da mesela ABD ve
Obama'nın "
tereddütlerine" işaret ediyor. Obama'nın neden baştan beri beceriksiz bir siyasetçi olduğu da bu doğrultuda şekilleniyor.
Ama Gül Amerika bakımından son derecede gerçekçi. İkinci konuyu bu oluşturuyor. Mesela Obama'nın
Filistin-İsrail meselesiyle ilgilenmesini "
Amerikan ayrıcalığı" olarak nitelendiriyor. Bir dünya liderinin ancak bu şekilde yaklaşır ve bu türden sorunlara çözüm oluşturursa farkını ortaya koyacağını vurguluyor dolaylı da olsa. Bu da sistemin sınırlarını gösteren önemli bir saptama. Fakat o sınırlara saplanıp kalmış bir değerlendirme değil. Sık sık sözünü ettiği "
Doğu Akdeniz sütunu" bu bakımdan önemli. Sistem ancak onu bir araç ve nimetleriyle kullanırsanız anlamlıdır. Yoksa sistemin piyonu olmak işten bile değildir.
Nihayet Türkiye: müthiş çarpıcı bir açıklama yapıyor, "
başlangıçtaki Gezi olaylarıyla gurur duyarım" sözünü yorumlarken. Türkiye'deki protestolar diyor insan hakları ihlalleri, işkence için değil, son derecede uygar ve demokratik bir konuda yapıldı. Dünya da bu bağlamda ilgi gösteriyor Türkiye'ye. "
Eskiden yoksul bir ülkenin resmi gelirdi Türkiye denince akıllara, şimdi kalkınma, ekonomik gelişme. Buraya gelen Türkiye'yle gurur duyarım."
Hudson nehri akıyor. New York, sokaklarda hızlı bir nehir gibi akıyor.