Tam sayısını bilmiyorum ama İstanbul'un birçok semtinde akşamları gençler ve yaşlılar, kadınlar ve erkekler, Türkler ve Kürtler, Sünniler ve Aleviler bir araya gelip yeni bir siyasetin imkânlarını, şartlarını, sınırlarını konuşuyor. Gezi Parkı'nda başlayan bir hareketin yeni bir siyasete dönüşmesi kabil midir sorusuna cevap arıyor.
Daha 1990'ların başında, biraz zorlanırsa, 1980'lerin sonunda ortaya atılmış bir modeldi bu.
O tarihte SHP ve ona gelip bağlanmış toplumsal kuram (sosyal teori) düşünürleri bu tür modelleri salık verirdi.
***
1990'ların ortasında bu önerinin ve talebin basıncı, ağırlığı arttı. Çünkü,
1989'da
Berlin Duvarı yıkılmıştı ve
klasik modernist ulus devlet kavramının sonuna gelinmişti. Hâkim parti anlayışı
Lenin'in bir armağanıydı ve
demokratik merkeziyetçilik ilkesine dayanıyordu.
Partinin doğrusu
ontolojik (varlıkbilimsel) bir doğruydu. Doğruyu önemsenmemesi imkânsız bir kişi dile getiriyordu:
lider. Bazen
tarihsel de olabilen lider.
Demokratik merkeziyetçi partide liderin dediği oluyordu. İktidar olması halinde liderin söylediği bütün toplumun doğrusu haline geliyordu. Modernizmin
ussallığıyla (akılcılığıyla), o çok önemsenen
Aydınlanmacılıkla bu tam bir çelişkiydi.
1990'lar Türkiye'sinde daha çok
sivil toplum kuramı üstünde düşünen çevrelerin önerileri bu yüzden
Kemalizmle de başka bir "izm"le de uyuşmadı.
Zaten
1995'te bu kanadın görüşleri partiye hâkim olur diye
SHP kapatıldı.
CHP'nin kursağına atıldı. O da
1997'den itibaren bütün bu görüşlere sırtını dönüp,
Atatürkçülüğüyle ve
28 Şubatçılığıyla devam etti, bugüne geldi.
Fakat gene 1990'ların ortasında bir başka siyaset bu düşünceyi kendisine özgü bir tavırla benimsedi. Başlangıçta
RP-FP kanatları nispeten daha tutuk ve mahcup bir edayla ama 2001 sonrasında
AK Parti örgütleri çok dinamik bir biçimde şimdi
Forumlardaki modeli uyguladı.
Kısmen
Kürtler de benzeri bir şeyi gerçekleştirdi. Her iki kesim de hırslıydı, kararlıydı, büyük ihtiyaçlar içindeydi.
Sadece her iki hareketteki
kadın ağırlığını düşünmek yeterli.
***
Bugün daha ileri bir noktadayız.
Elektronik dünya yeni bir
teknoloji üretti, o da yeni
ideolojiler doğuruyor.
Zaman-mekân kısıtlamalarının ortadan kalktığı,
siber demokrasi tartışmalarının yaşandığı, "
sınırsızlığın" gene bir sınırsızlık olarak yaşandığı şu dünyada siyasetin de, başka bir şeyin de
geleneksel kurallar ve sistem içinde işlemesi artık mümkün değil. Hele hele Türkiye şu son on yılda şuradan kalkıp şuraya gelmişken hiç mümkün değil.
Buradan bir siyaset çıkar mı? Garip bir biçimde, "
aman siyasallaşmayın masumiyetinizi kaybedersiniz" diyenler de varken buna cevap vermek zor. Ama bir şeyi unutmamak gerek:
bu hareketin kendisi bizatihi siyaset. İnsanlar orada
hayatlarını konuşuyorlar. Hayatın konuşulduğu her yerde siyaset vardır. Sadece şekli, özü ve meselesi değişik bir siyaset bu.
Ne var ki,
siyaset yapmak değil bu.
Siyaset üretmek. Ve bu
siyaset üreticileri elbette toplumun daha üst sınıflarından, daha yüksek gelir düzeylerinden geliyor.
Onların
ürettiği siyaseti gene toplumun çevresinden gelenler
yapacak. Bu böyledir, doğrusu budur. Ama galiba o zaman gene
doğru bir siyaset yapılmış olacak.
Az şey mi?