Gezi Parkı'nın sosyolojisi üstünde düşünmeden daha fazla yol almak olanaksız. Bu olaylar Türkiye'de sadece AK Parti iktidarına karşı bir eleştiriyi içermedi. Ondan daha fazlası ve önemlisi iki önemli kavramı gündeme taşıdı: İktidar ve sivillik.
İktidar kavramı bu olaylarla birlikte çok soyut bir düzlemde de olsa tartışmaya açıldı. Demokrasi-iktidar arasındaki ilişki yeniden irdelendi. Oluşum, Türkiye için bir demokrasi laboratuvarı, bir demokrasi tecrübesi.
Son dönem Türkiye'si zaten bir demokrasi mücadelesidir. İşin daha da beter yanı daha önce Türkiye gizli bir iktidara karşı AK Parti eliyle mücadele veriyordu. 28 Şubat buydu, 27 Nisan buydu. Kapatma davaları gene buydu.
Şimdi bir kere daha Türkiye demokrasinin ne olduğunu tartışıyor. Bunu zenginleştirici bir oluşum diye görmek gerekir. AK Parti'nin bu sürecin dışında kaldığını varsaymak da manasızdır. O da kendi öğrenme sürecini yaşıyor. Son derecede çabuk öğrenen bu kitlenin az sonra bugün yaşananları kapsamaya başlayacağı muhakkaktır.
***
Burada kritik husus iktidar. Dediğim gibi "
görünen iktidar"a dönük bir eleştiri
demokrasi şartıdır ve nispeten kolaydır. Gezi olaylarının "
kolay" yanı o. Asıl zor olanı
görünmeyen iktidarla mücadeledir. Çünkü, iktidar önce
Schmitt'in sonra
Agamben'in üzerinde çok durduğu kavramla,
istisna haline karar vermektir, karar verendir.
Kabalaştırarak söyleyeyim, genel gidişin dışına çıkılıp, yeni düzeni kimin kuracağı sorusudur
istisna halini tayin eden. Çatışma burada doğar.
28 Şubat ve
27 Nisan'da çekişme bu çizgide cereyan etti. Kazanan belli: daima daha fazla "
kapsama alanı" isteyen kazanır. Yalnız kapsama derken "
boğmaktan" söz etmiyoruz. Kapsama, "
salata kâsesi" türünden bir kapsama olmalıdır:
Herkes kendisi olarak iktidar alanında bulunmalıdır. Biri diğerini ortadan kaldırmamalı, yok etmemeli. O nedenle
istisna hali daima iktidar alanının dışında kalan bir noktaya vurgu yapar. Daima merkezkaçtır.
Gezi Parkı ve yakın dönem siyasetinin beraberliği bakımından bu ne ifade ediyor denirse, Fransız "düşünce sistemleri tarihçisi"
Foucault'nun cevabını vermek gerekiyor. Foucault, neo-liberalizmi "
sosyolojik yönetim"
(sociological government) olarak tanımlıyordu. Çünkü diyordu
ekonomiden ziyade
toplumsal ve kültürel alanlar bu düzende
rekabet ve ticaret için kullanılmaktadır. Hatta ekonominin dahi 1990 sonrasında elektronik medyaya bağımlı hale gelmesi Foucault'nun öne sürdüğü görüşü kanıtlar.
AK Parti'nin iktidar oluşunu ve
istisna hali bağlamındaki direnişini de bu olanakla açıklamak gerekiyor:
Sosyolojik iktidar kurmak.
Foucaultcu anlamıyla
sosyolojik iktidar sivildir. Nitekim
Gezi Parkı kısa sürede topluma bu yönde çok önemli bir ders verecektir. O harekete dahil olanların
örgütsüz ve lidersiz motivasyonu ve sadece
elektronik ortamdaki gevşek örgütlenişi yeni bir modeldir. Bu durum,
somut iktidar dışındaki alanların (sosyal ve kültürel) ne kadar işlek olabileceğini gösterdi insanlara. Daha önce AK Parti kullandı bu olanakları. Dolayısıyla şimdi ortada görülen o
Kemalist/Gazici ekipleri, eski Türkiye'nin
diktacı örgütleri ve sembollerini şimdi Türkiye daha fazla taşıyamıyor. Ağır buluyor. O türden dar, içine kapalı,
Leninci-Stalinci örgüt anlayışını hatta gülünç buluyor.
Bu büyük bir sivilleşmenin ilk kıvılcımıdır. Bu kıvılcımı
AK Parti ve
Kürtler 1990'larda çaktı. Taşımak da ona düşmez mi?