Gezi Parkı olaylarını değerlendirirken bazı daha ince ayrıntılara bakmanın zamanı geldi. Bunların başında o parka gidip, söz konusu yerin bir park olarak devamını isteyen kitlenin sosyolojisiyle, orada bulunan ikinci bir kitlenin arasındaki farklar geliyor. İkinci kitle için "radikal gruplar" (buna R Grubu diyelim) diye bir kavram kullanılıyor, herkes ondan bir şeyler anladığı için benimsiyor ve geçiştiriyoruz. Güvenlik kuvvetleriyle çatışmayı bu grup sürdürüyor.
Söz konusu kitlenin daha heterojen yapısına mukabil, hareketi, çok daha homojen denebilecek ve şimdi
Konda'nın anketinde karakteri büsbütün belirlenen bir başka küme insan başlattı. Bu kitle yerleşik, çok iyi eğitimli, kentli, çağdaş dünyayla müthiş özdeşleşmiş ve onun araçlarını kullanmayı bilen bir mikro sosyolojiydi. (Buna da Y Grubu diyelim-Y sözcüğünü o sevmediğim Y Nesli (Why generation) kavramından değil "yeni" kavramından türetiyorum.)
***
Söz konusu iki grup birbirinden sadece bu kimlik özellikleriyle değil, çok daha önemli bir noktadaki, siyaset anlayışındaki farkları nedeniyle ayrışıyordu.
R Grubundan başlayayım.
Bu kesim siyaseti
geleneksel yöntemlerle gerçekleştirenlerden oluşuyor. Yani,
belli ve somut bir örgüt anlayışları var. Siyaset onlar için
iktidara doğrudan ve sert bir müdahale. Zaten daha
sert çekirdekli ideolojik ön kabulleri var. Ulusal bir duyarlılık içindeydiler.
Y GRubu ise
bildiğimiz anlamda bir siyaset kabulünün bittiği noktada işe başladı.
Örgütsüzlüğü, başsızlığı, lidersizliği savundu. Kendi
bireyliklerini her şeyin üstünde tuttular. Dolayısıyla
bireysel iradelerini kimseye teslim etmediler. Kesinlikle "sivilize" bir nitelikleri vardı. Hükümetin kendilerine dönük kırıcı söyleminden etkilendiler ve bu onları harekette kalmaya itti. Hepsinden önemlisi müthiş
demokratik bir anlayışa sahiptiler. Uluslararasılığı bir varoluş biçimi olarak seçmişlerdi. Ulusal duyarlıkları vardı. Ama onu evrensel bir varoluş durumunun içinden gördüler.
***
Deniyor ki,
Y grubu siyasal değildi. Siyaseti R grubu yaptı. Öyle mi?
Hiç değil. Buradaki fark
eski, alıştığımız ve hemen tanıdık gelen siyaset anlayışıyla neredeyse
hiç bilmediğimiz, ilk kez gördüğümüz, yepyeni bir siyaset düşüncesi ve yöntemi arasındaki
yabancılık ilişkisinden türüyor. Dolayısıyla,
Y Grubunun da bal gibi
siyaset yaptığını söyleyelim. Ayrıca bize siyasetin ne olduğuna dair bir ders de verdi.
Bu siyaset, bir kere
toplumsal bir talebin,
mekâna yönelik bir talebin ortaya koyulmasıyla başlıyor. Siyaset sadece
makro iktidara gelmek değildir.
Mikro düzeyde bir talebi sahiplenmektir siyaset.
Mekân ise baştan sona siyasal bir kavramdır. İkincisi,
geleceğin siyaseti tam da böyle yapılacak, yani bir
sorun odağında ve
çözüm amaçlı olarak, bir örgütün sıkı örülü dişleri arasında
benliğini yitirmeden bir araya gelen insanların
ortak iradesi olarak biçimlenecek siyaset.
Yıkıcılık değil
yapıcılık söz konusu olacak. Bu da siyasetin
uzlaşmaya açık olmasını doğuracak. Bir talebin kabul edilmesiyle
makro siyasete dönük bir arayış içine girilmeksizin kitle durmayı bilecek. Ama o talep karşılanmazsa direnmeyi sürdürecek ama bu yöntemlerle. Yani,
siyaset hayatı değil
hayat siyaseti belirleyecek.
Bu
yeni siyaseti hepimiz, toplum ve iktidar olarak, öğreneceğiz.