Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Avrupa ateşine odun taşımak

İki kişi arasında bir sorunu çözmenin iki yolu vardır. Ya karşınızdakini kabul eder, benimser, "içeri alır", sorunu ondan sonra işbirliğiyle halledersiniz ya da karşınızdakini kapının dışında tutar, önce sorunun çözülmesini beklersiniz.
İtiraf edelim ki, AB, bize yıllar yılıdır ikinci yöntemi uyguluyor. Bunun makul bir çizgisi, bir sınırı olduğunda bu toplumun aklı kesenleri, önde gelenleri uzun süre hemfikir oldu, önce "ev ödevimizi" yapmamız gerektiği konusunda siyasetçileri ikna etti. Türkiye, çok uzun bir süre, bütün eksiğine gediğine rağmen AB'nin ön şartlarını yerine getirdi.

***
Doğrudur ve tekrar edelim, daha çok gidermemiz gereken aksaklık var. Var ama hangi toplum mesela Fransa'nın o Sarkozy garibesi döneminde Türkiye'yle müzakere edilmez diye meseleyi baştan kesip atmasını, bütün diyalog yollarını tıkamasını sineye çeker? Türkiye buna rağmen direndi.
Direnmesi de gerekiyordu. Çünkü AB kapısını, onlar bizi istediği için değil, biz onlardan bazı menfaatler beklediğimiz için zorluyorduk. Yalan değil, sır değil, meçhul değil, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi bir çıkar hesabına dayanıyordu ve o beklentilerin bir bölümü de elde edildi. Bu gün şu kadar demokrasi varsa, ekonomi şu ölçüde belli standartlara oturmuşsa, insan veya birey ile devlet ve diğer kontrol mekanizmaları arasında daha önceki ceberut sistemden daha iyileşmiş bir doku varsa şimdi, bunların hepsi, AB ile olan, üstelik de şu "tıkanık" ilişkilerimizin bir sonucudur.
AB'ye bugün de ihtiyacımız var. Bir kriter olarak, bir standart olarak, bir mihenk taşı olarak AB'nin Türkiye'deki demokrasinin gelişmesine ve Türkiye'deki yapının dönüşmesine bundan sonra da son derecede önemli katkılarının olacağı benim nezdimde bir gerçektir. Ne var ki, bu gerçek, kayıtsız şartsız bir AB bağımlılığı veya köleliği anlamına gelmez. Gelmemeli de.

***
Bu muhakeme iyi, hoş ama işin bir adım ötesi var. Orada da gayet zorlu iki şart duruyor.
Birincisi, AB'nin bizi bünyesine dahil etmesi galiba son kertede imkânsız. Yanılıyorumdur belki ve yanılmayı çok isterim. Ama şu AB'nin şu Türkiye'yi bu cesametiyle kapsaması kolaydır diyen varsa onun nasıl olacağını anlatmalı. Bana öyle geliyor ki, AB, bizim kendi kendimizi "tedip" etmek için kullandığımız, biraz da iç Oryantalizmimiz nedeniyle vazgeçemediğimiz bir çıtadır. Şu başta belirttiğim hususlar muvacehesinde, Türkiye sonunu bildiği bir oyunu oynamakta ısrar ediyor. İyi de ediyor. Diyelim. Gene de.
İkincisi, hata yapmayalım. Bugün AB'ye "bindiriyoruz." Bunu onların ezikliğinden ve yaşadıkları yetersizliklerden hareketle yapıyoruz. Siyasal manevra bunu gerektirir. Ama AB'nin bu olumsuz koşullarının ebediyen devam edeceğini ve Avrupa fikrinin, neredeyse bir dinsellik niteliği kazanmış olan Avrupa düşüncesinin bütün zihinsel ve uygulama kapasitesiyle birlikte yok olacağını düşünmek bir hayaldir. Böyle bir noktadan hareketle hesap yapılıyorsa, o hesap döner. Yani Türkiye hedefini büyük seçmek zorundadır.
Çok şeyler kaynıyor şu Avrupa kazanında. Hiçbir şey bitmedi. Yeni başlıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA