Şimdi bırakalım "kuvvetler ayrılığı" tartışmasının "gündem yaratmak" maksadıyla ortaya atıldığı görüşünü bir tarafa. Başbakanın kendisi de tartışmanın, onu ve bulunduğu makamı ne kadar beslediğine dikkat çektiğine göre işin bu yanında bir gerçek var. Var ama bu "gündem" dediğimiz olgu, hem de bu derecede hassas bir konuda, boşu boşuna cereyan edemeyeceğine göre oturup arkasında, altında neyin yattığına bakmak gerek.
***
Kurumsal bakımdan ve
standart demokrasi kriteriyle bakınca
kuvvetler ayrımını tartışmak yanlış. Öyle bir niyeti varsa Başbakan yanlış yapıyor. Ne var ki, Başbakan öyle bir maksadı olmadığını açıkça dile getiriyor. Şikâyetinin
yargı ve yürütme arasındaki uyumsuzluktan ve bilhassa yargının
yürütme ve yasama üstünde kurmak istediği
hükümranlıktan kaynaklandığını vurguluyor.
Eğer buysa maksadı yeni bir şey değil dile getirdiği. Defalarca Türkiye bu zor denklemi tartıştı. Aradan bunca zaman geçtikten sonra artık kim bu ülkede uzun zamanlar boyunca devam etmiş bir
yasama tahakkümünün (vesayetinin)
olmadığını söyleyebilir? Kim, bugünkü ana misyonun bu hegemonyaları kırmak ve
üç kuvvet odağının kendisine ait sınırlar içinde kalarak, diğerinin hududuna tecavüz etmeden işletilmesi
olmadığını söyleyebilir?
Böyle değerlendirince ben bir adım daha ileriye gitmek ve başka bir denklem kurmak gerektiği kanısındayım, karşımızda duran "sahneyi" anlamak için.
***
Erdoğan böylesi bir çıkış yaparak, apaçık bir biçimde,
AK Parti'nin ikili işlevini bir kere daha tahrik etmek istedi. Her zaman belirttiğim gibi eğer bu ülkede her kesim, tüm çıkar çevreleri, sorun odakları yaşanan sıkıntıların çözümünü,
hiç muhalefetin adını anmaksızın, sadece AK Parti'den bekliyorsa bu parti neredeyse
mutlak bir iktidar sahibi olmuş demektir ki, gerçek de budur. Dolayısıyla AK Parti'nin bir "
iktidar" meselesi yoktur. Hele gitgide artan bir oranda
farklı çevreler arasında uzlaşmaları sağladıkça AK Parti'nin iktidarı daha da muhkem bir hal almaktadır.
Ama AK Parti'nin bir
muhalefet sorunu var. Hatta sorun değil, buna, "
misyon" demek gerekiyor. Çünkü Türkiye'de üstünde durulacak, sözü ciddiye alınacak bir muhalefet yok.
CHP'nin adını anmak falan bu bakımdan manasız bir iş. Daha
sol bir muhalefet olması gerekirdi, becerilemedi.
Kürt kesimi bir muhalefet odağıdır, demokrasinin daha gelişmesi için bir imkândır, ama o çevre de elindeki fırsatı heba ettikçe ediyor.
Bu şartlar altında AK Parti,
sistemle çatışmasını sürdüren, 90 yıllık
vesayet rejimini sona erdiren,
kurulu düzeni demokratikleştiren bir siyasal örgüt, bir muhalefet odağı olmak zorunda kalıyor. Bunu yapmadığı halde AK Parti'nin kendisini
iktidara taşıyan kitleler nezdinde itibarı zedelenir. Bu hakikaten basit bir denklemdir. Aldığı ve hâlâ eksilmeyen belli oy oranı bu partinin
çevreden gelen taleplerle beslendiğini gösteriyor. AK Parti bugün
merkezde iktidardadır ama eğer orada kalmak istiyorsa
çevrenin partisi olmak, olmayı sürdürmek zorundadır da. Başbakanın şimdi bir kere daha "
sistemden" şikâyet etmesi hâlâ bunun işaretidir.
İktidardaki muhalefet partisi diyelim AK Parti'ye ki, yaşananları yerine oturtabilelim.