Berlin Duvarı, 1961'de yapıldı. 1989'da yıkıldı. 2009'da bu büyük "Avrupa dönüşümü"nün 20. yılı kutlandı. Kutlanan sadece yıllar yılı "Utanç Duvarı" diye anılan o Soğuk Savaş garabetinin ortadan kaldırılması değildi. Onun arkasından gelenlerdi. Neyin geldiğini, saklamadığım için şimdi hayıflandığım bir Financial Times gazetesinin birinci sayfasındaki illüstrasyon pek güzel göstermişti: Doğu Avrupa ülkeleri birer domino taşı. Duvarın ardından bir ay içinde o taşların hepsi teker teker devrilmiş, yani bürokratik sosyalist rejimler sona ermiş. Artık birbirini dudaklarından öpen SSCB ve Almanya ve Macaristan ve Çekoslovakya ve Romanya... yöneticileri kalmamıştı ortada.
***
20 yıl sonra işte o "
kış" konuşuluyordu (Duvar
9 Kasım 1989 gecesi patlamıştı, aralık sonunda "
Demir Perde" ülkeleri tarihe karışmıştı. Mevsim kıştı...) Yıkılan rejim ve yönetimlerin ardından yepyeni oluşumlar baş göstermişti. Öncelikle
Polonya'nın
Gdansk kentinde başlayan bir direniş bu sonucu doğurduğu için ve
Moskova'nın
Arbat Sokağı gene muhalefetin odak noktalarından biri olduğu için söz konusu sonuç
Yeni Toplumsal Hareketler adıyla tanımlanan süreci başlatmıştı.
Sivil toplum bu hareketin gene ortaya çıkardığı bir başka kavramdı. Yüzlerce yıllık tarihine rağmen o olgu bahsettiğimiz dönemde yeni bir anlam ve içerik kazanmıştı.
Üçüncüsü, şimdi neredeyse unutuldu gitti ama yaklaşık bir çeyrek yüzyıl evvel,
Francis Fukuyama isimli bir zat, şimdi daha fazla savunmadığını belirttiği görüşlerini "
Tarihin Sonu" diye bir makalede yazmıştı. Fukuyama, ünü dünyayı tutacak, sonradan bir kitaba dönüşecek olan makalede
Hegel'in görüşünün gerçekleştiğini, SSCB'nin yıkılmasıyla birlikte tarihin sona erdiğini,
demokratik ve serbest piyasacı rejimlerin artık yeni dönemi belirleyeceğini yazıyordu. Bu, sonradan iktidara gelecek olan
neo-con'lara verilmiş kuvvetli bir akıldı. Zaten Fukuyama da onların dergilerinde yazıyor, kurumlarında çalışıyordu.
***
Bu tarih bugün tamamlandı mı? Doğrusu sorulacak bir sorudur bu.
11 Eylül sonrasının bize yeni bir dönem hazırladığı muhakkaktır. Fakat ondan öncesi, yani 1990'la 2001 arasında geçen on yıl o eski
Doğu Avrupa ülkelerinin
demokrasiye ve serbest ekonomiye geçişlerinin tarihidir. O ülkeler bugün
AB'nin üyesidir ve ekonomik gelişmişlik bakımından (mesela
Polonya) çok önemli bir yol almıştır. Ama
demokrasi bakımından aynı başarıyı göstermişler midir denirse cevap şüphelidir, en azından o ölçüde berrak değildir. Doğrudur, tümü demokrasiyi benimsemiştir, çok partili rejimi, serbest seçimleri kabul etmişlerdir ama bu kadarı "demokrasi kurmak/ yapmak" için yeterli değil.
O ülkelerin çok ciddi bir
sistem sorunu var. Yolsuzluk, otoriter yönetim, merkeziyetçilik bakımından hâlâ çok geri olanlar var aralarında ve ekonomik düzeyde ne kadar başarılı olursa olsun mesela Rusya bu tür yetersizlikler açısından başı çekiyor.
Bu tarihi sözü
Arap Baharı'na getirmek için ettim...