Türkiye'de düşünmenin kutupluluk özelliğini açıklamak için önce sözleşme geleneğinin eksikliğini, yetersizliğini öne sürdüm (pazartesi) ardından da mevcut durumu anlamak için ikili karşıtlıklar kavramından yararlanabiliriz dedim. Özellikle ikinci yazı (çarşamba) Kemalist-Cumhuriyetçi-Batıcı kanadın mantığını açıklamak çabasındaydı. Bugün de karşı kanadı, Müslüman-muhafazakâr kanadı, çözümlemeye çalışayım.
***
Bu çevre kendisini
80 yıllık cumhuriyet yönetimi içinde
mağdur kabul ediyor.
"Dışlanmış" sayıyor kendisini. Benliğini, cumhuriyetin ortadan kaldırmaya çalıştığı değerlerle özdeşleştiriyor.
Söz konusu psikolojiyle bu kesim doğal ve haklı olarak diğer, yani
hâkim çevreyle herhangi biz uzlaşmaya yanaşmadı. Veya o hâkim çevrenin kendisiyle
uzlaşmak istemediğini varsaydı. Bunların hepsi derece derece doğru ve geçerli hususlar. Nitekim bu çevre söylemini söz konusu
mağduriyet psikolojisi ve bilinciyle kuruyor. Diğer taraf ne kadar
hırçın bir üslup kullanırsa bu taraf da o ölçüde
çekingen bir üslup benimsiyor.
Birinci özellik bu:
mağdurun diliyle konuşmak.
Peki, bu yaklaşım kesin bir doğru içerebilir mi? Muhafazakâr çevre bundan sonrasını kendi bilinci ve söylemiyle inşa edecek, bu da önceki yaklaşımdan farklı olacak, onunla hiç temas içermeyecek-denebilir mi?
Hayır denemez.
Partha Chatterjee'nin getirdiği bir bakış açısını kullanarak çözümleyeyim...
***
Hint asıllı bu İngiliz kuramcı, ilk kitaplarında da, geçen yıl ve bu yıl yayınlanan kitaplarında da çok ilginç bir oluşuma dikkat çeker. Chatterjee
, sömürge sonrası toplumlar hakkında yaptığı araştırmalarda ilginç bir bulguya ulaşır. Sömürülen toplumlar, özgürlüklerini elde ettikten sonra anlıyorlar ki, bilhassa
hâkim sınıflar yani sömürgeciliğin aşılmasındaki en etkili çevreler,
sömürücülerin söylemini içselleştirmiştir. Onların tarz ve tutumunu benimsemişlerdir ve bunu farkında olmaksızın icra ve ifa etmektedirler.
Burada anlatılan şudur. Bir önceki dönemin, bilinci ve tutumu bir sonraki döneme yansır. Bu
istenmeden gerçekleşen bir gelişmedir. Bizde de aynı mekanizmanın
Cumhuriyet döneminde de bugün de farklı mekanizmalar içinde işlediği söylenebilir: önceki dönem sonraki dönemde yaşamaktadır. İstesek de istemesek de...
***
Hal böyle olunca kimse bir önceki dönemin bilincini hepten aşan bir
bilinç ve söyleme sahip değil. Reddedilen birçok şey devralınıyor.
Tanzimat sonrası hayatımız
ikili karşıtlıklarla kurulduğu için daha önce bu kutbun bir kanadı hâkimdi, onun yaklaşımı tavizsiz bir egemenlik sağlıyordu, bugün başka bir kanat hâkim, o da ayrı bir kutup olduğundan şimdi onun ödünsüzlüğü egemen olacak. Üstelik bu yeni söylem eskinin kurucu unsurlarını, bakış açısını, bilincini, farkında olmaksızın devralmış olacak. Karşı çıkılan her şey bilinçsiz bir biçimde devam ettirilecek.
Şimdilik böyle, ne yapalım ki, böyle...