Yetmez ama evet..." sadece Anayasa referandumunda öne çıkmış bir tavır ve onu yansıtan bir slogan sanılıyordu ki, art arda, peş peşe gelen olaylar işin çehresini, manasını derinden etkiledi.
Son olarak Milli Güvenlik dersi kaldırılınca bir dizi insan, kesim, çevre anladı ki, "yetmez ama evet..." aslında Türkiye'de yaşayan, devlet denen şu canavarın değişmesini, dönüşmesini, bu doğrultuda daha çok şeyin farklılaşması gerektiğini bilenlerin ruh halini, zihniyet dünyasını yansıtan bir temel anlayıştır.
***
Başka bir şey düşünmek mümkün mü? İşte akıl almaz bir şey olan, dünyada eşi menendi görülmemiş, o "
ordu devlet"mitolojisini ayakta tutmanın en temel araçlarından biri olarak kullanılan MG dersi kaldırıldı ama yeter mi hiç?
Daha önce de yazdım. Evimin pencereleri bir okula bakıyor (ne hikmetse tüm hayatım boyunca öyle oldu). Her sabah "
rahat... haz'rol..." komutuyla sınıflara götürülen çocukları izliyorum,
İstiklal Marşı'ndan önce de aynı militer komutlar uçuşuyor etrafta. (Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, biliyorum, her türden dokunulmazlıkla münezzehtir ama bu mantıkla bakınca İstiklal Marşı'nın günü için son derecede anlamlı olan sözlerinin bugünkü insana ne söylediğini ve kuşaklar boyunca gene o sözlerin ne türden insan yetiştirdiğini ayrıca oturup düşünmek gerekmez mi?..)
Hangi birini sayacağız? Şimdi kaldırılacağı gündeme gelen ve sabahları o askeri emirleri aldıktan sonra tekrarlanan "
ant"ı mı? Tarih kitaplarına sinmiş söylemleri mi, askeri okullarda okutulan dersleri mi?...
***
İşin özü şu ki, Türkiye, 1930'larda, hatta çok daha öncesinde, gayet kendine has koşullarda biçimlendirdiği bir
askeri toplumu, bir
millet-i müselleha'yı,
kara gömlekliler'den çıkarak şekillenmesi istenmiş bir toplum anlayışını aşmaya çalışıyor. Tektip toplumu dönüştürmek istiyor. Bütün o üniformalar, bütün o
19 Mayıs gösterileri bu işin parçasıdır.
Bütün bu sürecin nasıl oluştuğunu bilmek isteyenler
Yiğit Akın'ın daha da geliştirilmeye açık ve muhtaç kitabı "
Gürbüz ve Yavuz Evlatlar:
Erken Cumhuriyet'te Beden Terbiyesi ve Spor"isimli kitabına baksınlar (
İletişim Yayınları) ve bu kitabın irdelediği o "
yeni insan yaratma"çabasının dayanağı olan "
beden politikası"nı o dönemin "öteki", malum rejimlerinin beden politikalarıyla mukayese etsinler.
***
Burada bazı devirleri suçlamanın âlemi yok. Onlar o çağda yaşıyordu ve hâkim olan anlayış etrafında hareket ediyordu. Sorun aradan 80-90 yıl geçmesine rağmen hâlâ aynı mantığın kullanılması, aynı modelin yürürlükte kalmasıdır. "
Rejim"in yani devleti öne çıkaran ve onu tam manasıyla
Hobbescu bir canavara dönüştüren
askeri yapının kendi kendisini rehabilite etmesidir. Bunu sağlayan tek şey askeri darbelerdir. Her askeri darbeden sonra toplum biraz daha militerleşmiştir ve ne yazık ki, gerçekten çok yazık ki, buna
1960 sonrasının o
sol hareketi ve kurduğu zihin dünyası da dahildir.
O kabuk şimdi çatlıyor ve atıyor. Söylenecek iki şey var; ilki, bazı çevreler, o ne yapılırsa yapılsın kendini "
mutsuz" hisseden kesimler umarız bunları da "
sivil otoriterleşme"nin bir parçası olarak görmez, bu sürece destek verir; ikincisi, aynen öyle, bunlar tamam, doğru, yerinde, "
evet... ama yetmez..."