Geçen hafta Dersim olaylarıyla ve bu konudaki sorumluluğuyla ilgili yazı yazdığımda henüz CHP'nin içinde Hüseyin Aygün krizi ortaya çıkmamıştı. Hemen ertesinde cereyan etti. Şaşırmamak mümkün mü?
***
Bir defa parti yapısı, parti kimliği, parti aidiyeti bakımından akıl almayacak bir tartışma yaşanıyor. Aygün krizi CHP'nin önünde yürümesi gereken ne kadar uzun bir yol olduğunu gösteriyor.
Onur Öymen'in siyasal kariyerini bitiren o manasız sözlerinden sonra bu defa Aygün'e yaptığı açıklamadan sonra gösterilen tavır bu partinin nerede durduğu, kim olduğu konusunda, toplum bir yana, bizatihi kendi kafasının ne kadar karışık olduğunu gösteriyor.
Eşi,
Kemal Kılıçdaroğlu'nungeçmişi, ailesi, Dersim'le olan ilişkisinin, ailesinin o olaylarda 40 kişiyi kaybetmesiyle ilgili açıklama yapacak, aynı başkan Aygün krizi konusunda nasıl davranacağını bilmeyecek, bu aklın alacağı bir şey midir? O zaman CHP'nin kim olduğunu, bizzat Kemal Kılıçdaroğlu'nun kim olduğunu sorgulamak gerekir.
O partiye tepeden inmiş,
Kürt asıllı, Dersimli, Alevi bir
"devlet memuru" daha sonra parti genel başkanı olacak, partiye adı Ergenekon diye bilenen oluşumlarla, süreçlerle en yakından ilgili isimleri taşıyacak, eşi bu açıklamaları getirecek ve genel başkan muğlak, müphem, meşkuk bir pozisyonda kalacak, sadece
arşivler açılsın açılmasın tartışmasına girecek. Afedersiniz, o arşivlerden Demokrat Parti'nin veya AK Parti'nin tarihi mi çıkacak?
Bunları bir tarafa bırakmadan devam edelim ve şu iki önemli saptamayı yapalım.
***
Birincisi, CHP'nin geçmişiyle olan ilişkisi şu
Restorasyon (Revizyon da diyebilirsiniz) döneminde bana komünist partilerin geçmişini, yapısını anımsatıyor.
Kruşev'in üstelik de Ukrayna'da Stalin'in emriyle bin türlü haltı karıştırıp, binlerce insanı yok ettikten sonra çıkıp,
1956'da
20. Parti Kongresi'nde "gizli konuşma"yı yapmasına benzer bir "özeleştiri"yi CHP yapmak zorundadır.
CHP, çok açık söyleyeyim,
Tek Parti yönetimiyle hesaplaşmalı, yüzleşmelidir. Öyle bir girişimden sonra o dönemin içinden seçtiği "doğruları" özel bir duyarlılık ve geçmiş bilinciyle sahiplenir. Buna kimsenin itirazı olmaz. Ama aynı dönemin akıl almaz uygulamalarını bugün bir
asr-ı saadet anlayışıyla arkaladığı takdirde kendisine bundan böyle toplumsal bir destek bulması olanaksızdır CHP'nin. Bütün bunlar CHP'nin kendi kendisini yemesine, yontmasına yol açıyor ki, ikinci konu odur.
***
"CHP'nin sahipsiz olmadığını gösterdik" diyen
"ulusalcılar" bana kalırsa
çok farkında olarak bu partiyi eritiyorlar. Bugünkü Türkiye'de,
Arap Baharı'nın yaşandığı şu dönemde, yani teknolojinin politik bilinç ve toplumsal hareket inşa ettiği bir çağda Türkiye toplumu Tek Parti zihniyetinin ve doktrininin güne uyarlanmış sanılırken uyarlanmasına imkân bulunmayan zihniyetiyle devam ederse CHP tarihe karışacaktır. Bu iki kere ikinin dört ettiği kadar sabit bir gerçektir. CHP yok oluyor. Şu tartışmada doğru yere çekmezse kendini, behemehal, CHP tarihin derinliklerine karışacaktır.
Çünkü bugünkü dünya 1920 ve 30'lardaki gibi bir modernleşmenin değil demokrasinin dünyasıdır. Demokrasiyi sağladığı, gerçekleştirdiği ölçüde bir siyaset toplumsallaşabilmektedir bugün. Kürt hareketi biz yoksuluz diye ortaya çıkmıyor, ekonomik olarak sömürüldük diye feryat etmiyor, demokratik haklarımız diye haykırıyor.
***
Bir CHP ki, ağzına
sosyal demokrat kavramını almıyor (alamaz, başka...), bir CHP ki,
soldan ne anladığı belli değil (anlayamaz, başka...) ve üstelik solu getirip Tek Parti anlayışıyla iç içe geçiriyor, hangi toplumsal dönüşüme cevap verecek? Üstelik, tarih boyunca CHP ile çok farklı ilişkiler kurmuş Kürtler kendi partilerine sahip, Aleviler apayrı bir telden çalıyor. "Metropol" kitlelerde AK Parti donukluğu çözülüyor. Bundan sonra hangi CHP gelip de Türkiye'de siyaset üretecek?
Ne oldu o
endişeli modernlere, ne oldu o
yeni orta sınıflar edebiyatına,
Cumhuriyet Mitinglerinden heyecanlananlar hangi deliklerdesiniz, nereye kayboldunuz o akılları veren akademisyenler?
***
"Yeni" diyor kendisine CHP. Eskiyi yeni sanmak tarihin çukuruna düşerken görülen bir hayal olur ancak.