Türkiye'nin siyaseten ne kadar yetersizleştiğini anlamak bakımından önemliydi son Cumhuriyet bayramı tartışmaları.
Öyle bir noktaya geldi ki işler, iktidar Cumhuriyet bayramını kutluyorum dese muhalefet gene karşı çıkacak, niye kutluyorsunuz, bu kadar insan şu olaylarda can vermişken diyecekti.
Kutlamayalım dendiğinde de, Cumhuriyet bayramı her koşulda kutlanır dediler.
Kişisel hayatında da hiçbir kutlamadan hazzetmeyen birisi olarak değil de, evinin pencereleri bir okula bakan, bırakın Cumhuriyet bayramı kutlamalarını, orada her sabah gerçekleştirilen "törenleri" gören birisi olarak bu konuda ne söyleyeceğimi biliyorum: gelin şu kutlama denen şeyin yapısını, dokusunu değiştirelim.
***
Cumhuriyeti bir toplumsal devrim olarak bilen ve tanıyan uluslar, ülkeler onu kutlar.
Resmi kutlama denen şey
devlet törenidir.
Amerikalılar her yıl
4 Temmuz'da davetlerini verir. Fakat bize benzeyen veya kendimizi benzettiğimiz
Fransa'da, Paris'te, resmi kutlama da olur ama her yıl
14 Temmuz günü bir dizi kutlama gerçekleştirilir. Bizdekine benzer biçimde, havai fişekler atılır, insanlar sokaklara dökülür, içilir, sarmaş dolaş gezilir, tozulur.
Her şey gibi işte bayram kutlaması da bizde bir varlık-yokluk zıtlaşması, ikilemi, çatışması şeklinde cereyan ediyor. Ama beni asıl ilgilendiren yanı hâlâ Cumhuriyetin, varsın devlet katında olsun,
sivil biçimde
kutlanmaması.
Tam tersine bizdeki kutlamalar, tepeden tırnağa resmi, daha beteri,
askeri. Kutlamalardaki
"mülki ve resmi erkân" bir yana, gene şu okullar meselesine döneyim. Çocukların okuduğu şiirler hâlâ kan, barut, ateş üstüne.
Kurtuluş Savaşı'nın manasını küçümseyenlerden değilim, öyle davranmayı aklım da almaz ama 88 yıl sonra hâlâ dün tamamlanmış bir savaşın muhakemesi ve psikolojisiyle hareket etmek, hâlâ her şeyi askeri bir oluşumun sonucu, uzantısı gibi görmek de aklımın almayacağı bir şeydir. Ama ne yapalım ki, gerçek bu.
Pencereden bakıyorum her sabah ve bayram günleri.
"Dikkat- rahat-hazır ol" komutu tüylerimi diken diken ediyor. Sonra İstiklal Marşı, sonra "andımız", o arada resmi bir günse
"dikkat-çelenk koy" emri. İki elleri yanlarında askeri duruşla
"hiza-istikamet" alan öğrenciler. Askerlik sadece üniforma meselesi değil, ondan daha ağırı bir toplumun
"asker millet" diye adlandırılması ve böyle 1930'lardan kalma görünmez üniformalar içinde hareket etmesi.
***
Yeniden siyasete dönelim. Şu son Cumhuriyet bayramı tartışmaları sırasında muhalefetin kutlandı- kutlanmadı dışında cumhuriyetle ilgili getirdiği bir yeni yorumu, değerlendirmeyi, anlayışı ben görmedim. Hâlâ kendisini
"devleti kuran parti" diye tanımlayan
CHP'nin
sivil politik bir örgüt olarak getirdiği, yeni, çağdaş, siyasal bir cumhuriyet yorumu var mı?
Siyaset son tahlilde sembolizmadır, sembollerdir.
Elbette siyasal davranışın bir bölümü o sembolik yapıyla özdeşleşecektir,
Anıt Kabir, Pembe Köşk onun bir parçası olacaktır.
Hiç itirazım yok. Ama her şey nasıl bununla sınırlı nasıl kalabilir? Madem ki
CHP kendisini cumhuriyetle özdeşleştirmektedir, o halde, cumhuriyet kavramının siyasal çağdaş yorumları, Türkiye'deki siyasetin çağdaş bir çerçeve içinde dönüşmesi için neden hiçbir şey yapmıyor? Bunu yapmadığı, böyle bir anlayışı, muhakemesi ve idraki olmadığı için bütün siyasetini kutlama yapıldı-yapılmadı gibi gündelik bir pratik üstüne kuruyor. Halbuki, belirttiğim türden bir yorumla, tartışmayla toplum önüne çıksa, değil söylediklerinin söylemediklerinin bile anlamı çok daha farklı olacaktır.
***
Bence CHP yöneticileri, evrensel sosyal demokratik, siyasal metinler bir yana,
Ecevit'in 1970'lerdeki
Atatürk Devrimleri hakkındaki kitabını okusunlar. Hazır bu günlerde yeniden yayınlanıyorken...
Not: Ersanlı ve
Zarakolu'nun tutuklanması sıradan bir "olay" değildir. O düzeydeki akademisyenlerin ve entelektüellerin maruz kaldıkları bu tür işlemler sadece yerli kamuoyunun değil, evrensel kamuoyunun da mutlaka ve dikkatle izlediği çok önemli girişimlerdir.
Dolayısıyla adı geçen kişilere yönelik suçlamaların çok açık olarak kamuoyuyla paylaşılması, kamuoyunun bu konuda inandırıcı biçimde aydınlatılması, ikna edilmesi gerekir. Bugün o noktada değiliz ve toplumsal vicdan yaşananlardan büyük rahatsızlık duymaktadır.
Ersanlı ve Zarakolu olayında daha farklı bir tavra şiddetle ihtiyacımız var!