Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Hâlâ 'kuruyoruz' cumhuriyeti

Cumhuriyetle demokrasi çelişmez. Mutlaka birbirinin "mütemmim cüzü" olmadığını gösteren örnekler varsa da cumhuriyetin temel ilkeleriyle demokrasinin ilkeleri çakışır. Elbette demokrasi çok daha geniş, çok daha yukarıda ve cumhuriyeti kapsayan bir olgudur. Cumhuriyet olmasa da bir rejim demokratik olabilir ama demokrasi bir özdür ve maalesef demokrasisiz cumhuriyetler mevcuttur.

***

Türkiye'de cumhuriyetin kurulması uzun bir sürecin sonucudur. 1877 parlamentarizmi, 1908 devrimi meşruti bir monarşi kurma girişimiydi. İmparatorluk hukuki ve dini yapısıyla devam edecek ama çağa ayak uyduracaktı. O kadar ki, "meclis" kavramını bile Kuran'la açıklıyordu o kuşak, Tanzimat yazarları. 1908 ise 1789'un bir uzantısıydı ve onun yoğun etkisi altındaydı.
Dolayısıyla 1923'e gelindiğinde bir cumhuriyet idaresinin temel parametreleri ortaya saçılmış, zihinlere işlenmişti. Önceki dönemlerden tek farkla: yeni kuşak devrimciler materyalizmi öğrenmiş, dini modernleşmenin engeli saymışlardı.
Hanedandan kurtulup, hilafetten sıyrılırken temel dürtüleri din dışı bir rejim oluşturmaktı. Bunu başardılar. Yeni rejim materyalist bir zemine oturdu. Laikliğin kaynağı odur. Yoksa gene bir rejim meselesi olarak laikliğin ön adımları da toplumda mevcuttu. Mahkemeler, uyguladıkları yasalar bile değişmişti.
***

Yeni rejim halk egemenliği kavramını getirdi. Fakat halkı umursamadı. O çok kullanılan halkçılık kavramı Rus Narodnizminden etkilenmişti ve "halkın halk adına yönetilmesi" anlamına geliyordu. Nedeni çok basitti: Mustafa Kemal Paşa dahil, Namık Kemal'den başlayarak bütün askerler ve aydınlar "devlet nasıl kurtulur" sorusuna cevap arıyordu. Halk o manada umursanmazdı. Devlet kurtulursa halk da kurtulur düşüncesi hâkimdi. Cumhuriyet de devleti kurtaracak bir çare olarak düşünüldü.
Kaldı ki, Kemalistler Rousseaucu bir anlayışa saplanıp kalmıştı: özgürlük ancak genel iradeye katılmakla sağlanabilirdi. Onun dışında kalmak söz konusu olamayacağı gibi rejim için en büyük tehlikeyi meydana getirecekti. Toplulukçu (communitarian) bu anlayış liberal her görüşü daha doğmadan boğuyordu.
Büyük tarihçimiz Prof. Mete Tunçay'ın saptamasıyla Tek Parti Rejimi bu anlayışla 1925'te, Takrir-i Sükûn kanunuyla kuruldu. O günden sonra, Serbest Fırka gibi bazı danışıklı dövüşler dışında, cumhuriyetin 1950'ye kadar devam eden döneminde (1946-50 arası dahil) muhalefet olmadı, halk olmadı, siyaset olmadı.
***

Bu sadece bir teknik sorun "devrimci şiddet" şiddet anlayışı falan değildi. Türkiye cumhuriyetinin ikinci büyük karakteristiğinden kaynaklanan bir çıkmazdı. TC bir asker- bürokrat- seçkin/ aydın ittifakıydı, bir Tarihsel Blok iktidarıydı. Bu olgu üçüncü büyük kısıtlamayı doğurdu: iktidar siyasete inanmıyordu. Siyaset halk demekti, halk iradesi demekti, halk egemenliği demekti. Genel oy, serbest seçim, muhalefet, iktidar değişimi olmadıysa bundandır.
Cumhuriyet rejimi bizde demokrasinin eşanlamı kabul edilebilecek temel refleksi yani siyaseti yok saydı. 1950 sonrasında da kurulmadı o özgürlükçü, demokratik cumhuriyet. Ordu, siyasetin hâkim olup halk iradesini öne çıkardığı her dönemi kendisinin saydığı iktidarı geri almak maksadıyla darbelere uğrattı. Üstelik sadece 1960- 71- 80- 97, 2007 darbeleri değil hatırlanması, bilinmesi gerekenler. Sivillerin hâkim olmadığı, askerin ve bürokrasinin tepeden tırnağa her şeyi denetlediği "gizli kontrol" rejimi olarak da cumhuriyet asla teşekkül etmedi Türkiye'de.
***

Devrimci bir adımdır cumhuriyet, bunda kuşku yok. Ama hâlâ kuruluyor. Türkiye'de.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA