Niye şaşalım ırkçı, nefret söylemlerine?
Depremden sonra bölgede yaşayan insanlara yönelik nefret söylemi de, uyandırdığı tepki de Türkiye'nin nerede durduğunu, kimin doğru kimin yanlış yer tuttuğunu başka bir kanıt istemeyecek kadar berrak biçimde gösteriyor göstermesine ama ortada çok dikkatle ele alınması gereken bir durum var. Bugünkü sağlıksız söylem- sağlıklı tepki ikilemini anlamak için geriye gidip 1970'lere bakmak gerek.
Hatırlayanlar o dönemde ortaya saçılmış olan bırakın söylemi bizatihi nefretin boyutlarını anımsayacaktır. 5000 insan, politikacıların büyük "ferasetiyle" (!), Demirel'in "bana 'sağcılar adam öldürüyor' dedirtemezsiniz" lafı gibi manasızlıklarıyla beş yıl içinde öldü. Sokaklarda kan dereleri aktı. Çorum'da, Maraş'ta, Malatya'da toplu katliamlar yapıldı.
O dönemde işin vahim noktası onca cinayete rağmen kimsenin yardımlaşma, paylaşma, uzlaşma yönünde adım atmamasıydı. Üstüne üstlük ayrışmayı meydana getiren unsur saçmanın saçmasıydı. Gerçi Çorum'u ve Maraş'ı Alevi- Sünni ekseninde bir bölünmeyle birbirine kırdırdılar ama büyük kentlerin, kasabaların çığrından çıkmasını sağ-sol gibi, "Komünizm tehlikesi" gibi akıl ötesi iddialar sağlıyordu.
***
Büyük paydaya bakarsanız bugün öyle bir şey yok. Son otuz yıldır Türkiye çok daha "reel" bir sorunla yüz yüze. Karşımızda, içimizde çok ciddi iki kopma noktası işliyor. Birisi
etnik temele oturmuş bir tartışma:
Kürt sorunu. Diğeri o kadar somut olmayan, çok yapay bir biçimde üretilmiş başka bir korku:
şeriat veya din.
İkincisi tutmuyor, çünkü toplumun çok önemli bir bölümü kendi dinsel inançları, gelenekleri doğrultusunda bu
"tehlike"yi kabul etmiyor, gerçek dışı sayıyor, reddediyor. Ama diğeri, yani Kürt sorunu öyle hafife alınacak gibi değil. Netice olarak onun eksenine oturmuş bir savaşta
30-40 bin kişi öldü.
Buna rağmen beklenen olmadı. Kimse kimseyi boğazlamadı günlük hayatta.
***
Toplum büyük bir basiretle, çevrilen onca dümene, kurulan onca tuzağa, hazırlanan onca oyuna gelmedi, düşmedi, kendi arasında bölünmedi, ayrışmadı, birbirini incitmedi. Yürüttüğü akılla
terörü ve şiddeti demokratik talepten ayrıştırdı.
Başörtüsü meselesinin demokratik plandaki iddiaları Kürt meselesini etkilerken
Kürt sorununun demokratik talepleri başörtüsü konusuyla iç içe geçerek toplumun etnik temelde tezgâhlanan onca kirli plana açık veya gizli bir direnç geliştirmesine yol açtı.
Şunu da söyleyeyim:
AK Parti iktidara gelip o kadar radikal bir talebin demokratik planda kendisini ifade eden partisi olmasaydı muhtemelen Kürt sorununda Çorum, Maraş, Malatya çizgisine Türkiye gelebilecekti. Ama demokratik çözümün işlemesi o süreci kesti, engelledi.
***
Buna rağmen nedir bu nefret derseniz, bir planın parçasıdır derim: Ortada bu konularda atılmış, dramatik, kökleri çok derinlere inip orada kalacak, orada kurtlanacak
tehlikeli adımlar var. Bunları belli merkezler üretiyor. Üretti. Sürekli olarak kamçıladı, köpürttü bu nefret söylemini.
Medya buna bilmeden alet oldu.
Magazine bulaşarak, şiddeti kendisine meta yaparak, kendisini şiddetin piyasası haline getirerek, ölümü sıradanlaştırarak, kandan menfaat elde etmeyi umarak. Tutmadı, tam manasıyla temellenmedi nefret ve şiddet ama geriye bugün koklanan o iğrenç çökeltiyi bıraktı.
***
İşte şimdi Kürtlere dönük, bölgeye dönük nefret söyleminin altında bu planın sonuçları yatıyor. Öyle görünüyorsa da
kendiliğinden olmuş bir şey değil bu. Çünkü, bireysel psikoloji de toplumsal psikoloji de
masum görünen, sadece bir
dil sürçmesi gibi duran sözcüklerin, ifadelerin bir bilinçaltı birikiminin sonucu olduğunu, orada mayalandığını kanıtladı. O nedenle, basit, sıradan, yüzeysel değil bu "çıkış"lar, öyle dursa bile kendiliğinden de değil. Uzun hazırlığın sonucu.
***
Niye özür dilenmedi deniyorsa, bundandır; insan, masum olmayan, bilinçli olarak yaptığı bir şeyden ötürü özür dilemez!