Bir ülkede sanayinin gelişimi başka şeydir, bir sanayileşme döneminin yaşanması başka.
***
Türkiye, Batı'nın 19. yüzyılda iliğinde kemiğinde yaşadığı, şimdi 200. doğum yıldönümü kutlanan
Dickens'ın romanlarında anlattığı, sanayileşme döneminden geçmedi.
Biz sanayileşmeyi yaşamadan bir ölçüde
sanayi kalkınması sağladık. Oysa sanayileşme sadece sanayi üretimiyle değil onunla bütünleşmiş bir zihniyet üretimiyle de ilgilidir. Bu zihniyet
disiplin temeline oturur.
1980'lerdeki post modern oluşumlar sanayi döneminin Batı'da ürettiği zihniyeti elbette yerden göğe kadar haklı olarak eleştirdi ama bu aynı Batı'nın bugün de sanayi döneminde ürettiği alışkanlıkları
kullanmaması anlamına gelmez.
Sözünü ettiğimiz zihniyetin özünü
sanayi disiplini dediğim davranış meydana getirir.
Marks'ın
Kapital'i yazmasına, işçi sınıfı partilerinin doğmasına, Lenin'in
demokratik merkeziyetçilik dediği yapının oluşmasına bu anlayış yol açar: fazla uzatmadan söylersek, bu,
çalışma disiplinidir. Sanayi demek insanın ekmeğini
taştan değil
disiplinden çıkartmasıdır.
***
Fabrika ve kol işçiliğinin hâkim olduğu dönemde insanlar belli saatte yatar, belli saatte kalkar, işini yani emeğini ve o emekle gerçekleştirdiği üretimi en önemli varlık nedenlerinden biri sayar. (O arada sömürüldüğünün, yıpratıldığının da bilincindedir ve bu olumsuzlukların üstüne de aynı disiplinle gider.) Türkiye bu aşamadan geçmedi, ya da toplumun çok az bir kesimi bu alışkanlıkla bütünleşti. Bu ülke çok uzun yıllar boyunca
tarım toplumu yani bir
köylü toplumu olarak kaldı. Bir ara 1970'lerde bu anlayışı kırmak istediyse de başarılı olamadı. Köylülüğün çözülmesi, insanların emeğe dayalı üretimle ve kentsel mekânla karşılaşması ancak 1980 sonrasında kendisini gösterdi.
O dönem bile çok yetersizdir. Köyden kente göç eden nüfus
1950-80 arasındakinden de farklı bir biçimde, sanayiye değil
ucuz emek arzına yönelmiştir, ne işçi olmuştur ne de köylü kalmıştır. Kent hayatına uyumsuz,
anomiyi yani
toplumsal düzensizliği besleyen bir karakter taşımıştır.
***
Diyorum ki, hükümet, başarır veya başaramaz, doğrudur veya yanlıştır, onu sonra tartışacağız, adım adım geliyoruz, fakat
erken mesai saatleriyle bu disipline ulaşmaya çalışıyor. Bunu örmeye, inşa etmeye uğraşıyor. Bunu, bilerek ya da bilmeyerek,
İslami püritanizmin yani
sadeliğin bir uzantısı olarak biçimlendiriyor. Bir
modernleştirici parti olarak bu iradenin, bu disiplinin o yolu daha hızla açacağını düşünüyor, varsayıyor.
Aslında bu toplumda neredeyse herkesin şikâyet ettiği birçok düzensizliğin altında yatan bir gerçek bu, sanayi döneminde meydana gelen
disiplinin, ölçülülüğün, kurallılığın olmaması. Sadece trafiğin nasıl kullanıldığına bakmak yeter bunu anlamak için. İş disiplininin, sorumluluğunun, hatta etiğinin yeteri kadar güçlü olmaması da aynı nedenden kaynaklanıyor.
***
Öte yanda bu iddia yapayalnız, sadece kendi varlığıyla kaim olarak çıkmıyor ortaya.
Başbakan Erdoğan, Kızılcahamam'da yaptığı konuşmada,
"sigara içmeyin, daha az içki için, lüks değil ucuz araba kullanın" dedi. Manası açık:
Erdoğan, yeniden biçimlenen, gitgide zenginleşen, daha fazla harcayan, tüketen
orta sınıfa daha az ama burjuvaziye daha fazla yüklenerek bir
tasarruf toplumu yaratmaya çalışıyor. Ekonomik krizlerden korunmayı gerekçe olarak gösteriyorsa da Erdoğan'ın maksadının iktisat teorisinin meşhur
tasarruf-yatırım denklemini harekete geçirmek olduğu, toplumu savurganlıktan alıkoymaya çalıştığı açık, hatta kesin. Bu da o sanayi dönemi disiplininin bir başka uzantısı.
***
Dünyanın 19. yüzyıl sanayi dönemi alışkanlıklarını aştığı,
yatay ve mikro düzeyde örgütlendiği, gitgide kendi kendisini denetlemeye çalıştığı bir dünyada
erken mesai anlayışıyla bir yere varılabilir mi? Bana göre zor bir proje. Ama hükümetin arkasında kendisine büyük destek veren
orta sınıfa rağmen böyle bir öneriyle ve iddiayla ortaya çıkması önemlidir. Onun popülist bir anlayıştan bir kitle anlayışına geçtiğini gösterir ki...
***
Çok güzel bir yere geldi konu, cumaya yazayım devamını...