Katılırsınız, katılmazsınız, o ayrı mesele ama müsaade ederseniz şu 'erken mesai' konusunda biraz farklı köşelerden yaklaşayım.
***
Adalet ve Kalkınma Partisi kendisini çok net bir biçimde
muhafazakar- demokrat bir parti olarak tanımladı. Buradaki muhafazakarlık
İslamla ilişkili olmak anlamına geliyor. Dileyenler bunu dinle ilişki diye daha geniş bir çerçeveye oturtabilir. Öte yandan bazı çevrelerin AK Parti '
catch- all' partidir demesinin bir anlamı yok. O tür partiler genellikle
apolitik popülist örgütlerdir. Oysa AK Parti şimdi yapılan araştırmaların gösterdiği gibi farklı kesimlerden yoğun bir biçimde oy alsa da hiç
apolitik bir parti değildir. Tersine, bütün uygulamalarıyla net bir
ideolojinin ve politikanın siyasal örgütüdür, popülizmi de ihmal etmez. (Erdoğan'ın diline en çok takılan deyimin '
çok açık, net söylüyorum' olduğunu bir düşünün bakalım...)
Dolayısıyla Ak Parti metodik açıdan
modernleştirici bir parti olsa da arka planda
dinsellikle ilişkisini hiç koparmamıştır. Bunu da kimsenin ondan beklemeye hakkı yoktur, ben
'muhafazakarım' diyen bizzat odur. Böyle bir partinin ideolojik planda
İslami bir püritenizmden yana
olmamasını düşünmek deliliktir. Ama yakın ama uzak bazı uygulamalarda bu muhakeme, bu anlayış, bu hareket noktası AK Parti'yi etkileyecektir, etkiliyor. Sosyal güvenlik sistemindeki dönüşümde, sağlık sistemindeki uygulamalarda, yoksullukla kurulan ilişkide bu püritenizmin etkisi olacak da, çalışma saatlerinin düzenlenmesinde olamayacak mıdır?
***
Doğru mudur, hayır, bana göre yanlıştır, çalışma saatlerini önerilen kalıplar içine almak. Nedeni açık: Türkiye, evet, Kuzeyli gibi yaşar, yemek saatleri, mesai saatleri bal gibi Kuzey memleketlerindeki uygulamaları andırır ama son kertede bir Akdeniz ülkesidir, fazlasına gelemez, gerek de yoktur, o derecede erken kalkıp yollara düşmeye. Ama güdülen muhakemenin bunun ötesine geçtiği anlaşılıyor. O önerinin altında, tam bir '
saflık' arayışı, özlemi yatıyor: işinde gücünde olan, eğlenceden, gece hayatından uzaklamış, çalışan, haydi onu da söyleyeyim, çalışmayı
'ibadet' sayan insanlar ülkesi.
Böyle bir ülke ve uygulama yok sanıyor Türkiye ve hop oturup hop kalkıyor.
Protestanlık kılı kılına böyle bir anlayışa yaslanır. İnsanlar gülmezler, eğlenmezler, para harcamazlar, tasarruf ederler, sadece ve sadece çalışırlar, bunun mükafatının 'öteki tarafta' elde edileceğine inanırlar. Amerika bu anlayışın kurduğu ülkedir. Isviçre ve diğer Calvinist toplumlar, farklarına rağmen, Hollanda'sından İsviçre'sine kadar diğerleri de öyle.
Türkiye, çok uzun bir süredir, bu ideolojinin etrafında dolaşıyor. Anadolu muhafazakarlığıyla tasarrufu at başı gidiyor. İslami püritenizm tartışmaları, doğru-yanlış, yapıldı. Zenginin zenginliğini baştan sona kadar sakladığı bir toplumda, ülkede, o kesim şimdi sermaye biriktiriyor. Epeydir, sermaye biriktiriyor ve onun siyasallaşmasını izliyor. Uzun süre Batı'ya benzeme çabamızın en kritik evresine şimdi geldik. Sermaye kendi iktidarını aradı, hazırladı, kurdu, işletiyor. Böyle bir anlayış içinde, söylendiği gibi, erken mesai arayışının ana nedeni gece hayatını öldürmekse, doğrudur, öyledir ve nedenini yukarıda belirttim. Bir ideoloji kendi gerçeğini çok romantik bir biçimde toplumsal tartışmaya açıyor. Gerçek Müslümanlığın böyle düşünmesi, böyle davranması gerektiğine inanıyor. Ben inanmıyorum, toplumun da cevaz vereceğine inanmam, tartışırız ama gerçeği hazırlayan etmenler değişmez. Budur, bunlardır.
***
Türk/Anadolu Müslümanlığının 1950'lerden beri etkilendiği kaynak Amerika'dır. Işte bir adım daha atılıyor ve Türkiye asıl şimdi '
küçük Amerika' olmak istiyor. Bu defa daha özden bir biçimde, daha farklı..