Oradaydım.
11 Eylül'ün haberini bir toplantıdayken aldım. Doğal olarak, ne olduğunu anlamadım. Sonra İkiz Kuleler'in hemen karşısında oturan dostlarımı aradım, ulaşamadım. Dünya, tarihinde görmediği küresel bir dehşeti yaşıyordu. Bazı yazarlar, onların arasında Bedri Baykam da var, romanlarında, böyle bir "olay"ı dile getirmişti. Ancak hayal edilebilecek bir şeyin gerçekleşmesi karşısında o sırada yazdığım bir yazıda muhayyilenin zaferi tanımlamasını yapmıştım.
***
Ertesi gün evinde yemek yerken, o sırada Milliyet'in yayın yönetmeni olan
Mehmet Y. Yılmaz kardeşime "şimdi orada olmak vardı" dedim, gazetecilik refleksi uyandı, "git" dedi. Bir sonraki gün yola çıktım, izlenimlerimi
Milliyet'e yazdım. Bu o sırada yazarı olduğum
Radikal'in tepkisini çekti ama, ben tarih tanıklığımı yapmıştım.
NY'a giden uçak bomboştu. Koca uçakta 10 kişi var mıydık, emin değilim. İndiğimde yıllarımın geçtiği NY'u tanıyamadım. İnsanlar dehşet içindeydi. Eski öğrencim sanatçı
Haluk Akakçe'yle buluştum. Korku, ne müthiş bir duygu, insanları evlerinden dışarı uğratmıştı. Bütün NY barları tıklım tıklımdı. Zaten Belediye Başkanı
Guilliani, karamsarlığa, yenilgiye papuç bırakmamak için bu şehre gelin, para harcayın, onlara destek olun diyordu.
***
Ertesi sabah yağan dehşetli bir yağmurun altında "olay mahalli"ne gittim. Yer gök tütüyordu. Sonradan ikonik bir anlam kazanan, yıkık bir kale burcunu andıran enkaz ortadaydı. Asbestle kaplanmamış tek karış yer yoktu. Yıllarca gidip geldiğim balık pazarı ve o çevrenin hali insanı ürepertiyordu. Bir polisten izin aldım, sarı bantı aştım, içeri girdim, sıfır noktasının sıfır noktasına kadar uzandım. Çok karışık duygular içindeydim.
***
İşin dokusu, doğası, çehresi sonradan değişti. Amerika, 11 Eylül'ü, yeni bir dünya düzeni kurmak için hızla, hırsla, şiddetle kullanmaya başladı. Hemen ardından
Afganistan müdahalesi geldi. Şimdi kitaplığımda duran bir kitap var. Amerikan akademi ve düşünce dünyasının önde gelenleri o savaşı destekledi,
"adil/ haklı savaş" (just war) diye tanımladı, kitap bu adla, o konuda yazılmış yazıları bir araya getiriyor.
İş orada kalsaydı bile kötüydü ama kalmadı. Amerika, her imparatorluğun yaptığı gibi, nispi bir duraklama döneminde kendisine hayali düşmanlar buldu ve dünyaya saldırmaya başladı. Rezil bir müstebitin cezalandırılması maksadıyla yola çıkıp, OD'ya barış ve demokrasi getirmek gibi kolonyalist bir mantıkla bütünleşen
Irak savaşını başlattı. (Ah, öncesinde ve sonrasında onu destekleyen mübarek aydınlarımız...) Giriş o giriş. O bataklıkta hâlâ çırpınıyor Amerika, o halesinden başlayarak tüm dünyada itibar kaybetti. Türkiye de o gayya kuyusuna çekilmek istendi. Ben de basında ona karşı direnenler arasındaydım. O düşüncelerimi
Amerika bu 11 Eylül'ü Çok Sevdi isimli kitabımda topladım.
***
Nihayet aradan 10 yıl geçti, bugüne geldik.
Neydi bütün bu yaşananlar? Bu soruya karşılık neler neler söylenmez ki... Fakat bir tek noktanın üstünde durayım.
New Statesman'de okuduğum bir yazının iddiasını tersine çevireyim. O yazıda, 11 Eylül sonrasında Amerika'nın itibar kaybının
neo-liberalizmin yükselişine denk geldiği vurgulanıyor. Başka bir şey olamazdı, çünkü o müdahaleler, 1990-91'de, sonradan illallah deyip terk edeceği neo-liberal kampın kurucularından
Fukuyama'nın başlattığı, neo-liberalizm yeni dünya düzenidir, demokrasinin tek yolu neo-liberalizmden geçer şeklindeki düşüncenin küresel düzeyde uygulanmasıdır. Yani, 11 Eylül sonrası, Amerikan hegemonyası ve emperyalizminin bir çıkışıdır.
İşin daha da vahim yanı ABD'nin bu tasavvurunu İslam düşmanlığı üstünden ve muhayyel bir
terörist/terorizm kurgusu üstünden geliştirmesidir. Terör algısı, kurgusu kaldığı yerde kalmamış, küresel bir anlam kazanmış ve dünyanın her noktasında otoriter rejimlerin doğmasına yol açmıştır. Bu bir ilkti, çünkü bu
yeni otoritarizm apaçık bir demokrasi içinde boy verip serpildi.
Bu kıssanın hissesi şudur: 11 Eylül,
neo-liberalizm, neo-con, sermayenin küreselleşmesi, hegemonya ağının kurulmasıdır, 11 Eylül gerçekten tarihin bir dönüm noktasıdır. Devam etmektedir.
Hâlâ "Sıfır noktası"ndayız.