Time dergisinin son sayısında gözü morarmış Benjamin Franklin resmi bir manada üzücü. Kennedy, Nobel kazanmış Amerikalıları bir yemekte toplayınca yaptığı konuşmada, "bu odada" demişti, "Franklin'den bu yana bu kadar çok beyin bir araya gelmemişti." Onca Nobel'li beyinin yerini tutan bir tek kişi, Franklin, son Rönesans adamı, şimdi gözü morarmış olarak "Büyük Amerikan Çuvallaması" başlığına eşlik ediyor Time'ın kapağında.
Kitaplar yayınlanıyor, Amerikan Rüyasının Sonu falan diye. Yakınlarda sanat eleştirmenliği, gazetecilik de yapan Columbia Üniversitesi'nin büyük tarihçisi Simon Schama ise "kurucu babalar"dan Barack Obama'ya kadar ABD tarihini anlattığı kitabına The American Future adını vermişti: Amerikan Geleceği. 20. yüzyılda geleceğin bile bir Amerikan formu vardı. Ya da gelecek bile ABD'nin tekelindeydi.
Şimdi o ABD sallanıyor. Gerçek anlamda sallanıyor. 20. yüzyılı çok kötü, çok kaotik bir biçimde kapatmıştı. 21. yüzyılsa hiç iyi başlamadı. Zorla şerle buldukları Obama, yarattığı büyük umutlara ve heyecana rağmen, beklenen başarıyı gösteremeyince Amerikan karamsarlığı büyüdükçe büyüdü. Sonunda kapitalizmin Kâbe'si olan bir ülke orası ve eğer ekonomide bir yetersizlik, bir sıkıntı varsa toplumsal, siyasal dönüşüm hızlanıyor.
***
İki soru beni çok ilgilendiriyor. Birincisi, yaşanan şu sıkıntılar son kertede kapitalizmin dönüşümünde nasıl bir rol oynayacak?
Zor bir soru diyeceğim, şundan: ABD, farklı göstergelerle bakınca önemli bir gerileme kaydetti 1980 sonrasında. Nedeni gene kapitalizm: teknolojinin yeni buluşları ve küreselleşme müthiş bir sermaye bolluğu yarattı ve bu imkân Avrupa ülkeleri kadar periferinin Türkiye gibi ülkelerine de yeni açılımlar sağladı. ABD artık eskisi kadar gözde değil. Eskiden sadece orada bulunan bazı imkânlar şimdi ortalama bir dünya standardı. Bu ABD'nin ezelden beri en büyük gücü olan beyin göçünü kısıtlayan bir unsur. Ayrıca 11 Eylül sonrasında içine girdiği psikoloji, dünyaya bir düşman olarak bakması, içine kapalılığı Amerikan cazibesini küçülttü.
Buna rağmen ABD hâlâ teknoloji, buluşçuluk, yaratıcılık, araştırmacılık alanlarında dünyanın bir numarası. Büyük kazancını oradan sağlıyor. Bu koşul kapitalizmin gelişmesi bakımından ne ifade ediyor? Krizle birlikte düşünülünce,
Schumpeter'in yıkıcı yaratıcılık dediği kriz-kapitalizm ilişkisi yeni bir boyuta tırmanacak ve içinden geçtiğimiz, atakları artık çok sıklaşmış kriz yeni bazı sıçramalar doğuracak mıdır? Gene aynı soruya dönüyorum: birbiri peşi sıra gelen bu krizler sonunda kapitalizmi güçlendiriyor mu yoksa zayıflatıyor mu?
***
İkinci soru da en az birincisi kadar çetin: Amerikan düşüşü (Amerikan Vertigosu da uydurma filozof B-H Levy'nin o ülkede bir sene geçirdikten sonra yazdığı kitabın adıydı) bu ülkenin dünya politikasında oynadığı rolü nasıl etkileyecek?
Ben cevabı tersinden bakarak vermek istiyorum. Teknolojik yaratıcılığı, İngilizcenin hâkimiyetini, ABD'nin bir soyut varlık bile olsa dünyadaki egemenliğini sürdürmesine imkân sağlayacaktır ama bugün içinde bulunduğu kriz ekonomiden ziyade ABD'nin siyaset planındaki gerilemesinin getirdiği bir sonuçtur.
Ekonomi o kadar da somut olmayan bir bilimdir. Neo-klasik sonrası iktisat alabildiğine matematik modeller geliştirerek onu istediği kadar somutlaştırmaya çalışsın iktisatın temel kuralı hâlâ insanın rasyonel bir varlık olup olmamasıyla, insan davranışıyla ilgilidir. Bunun özü de gider "güven" kavramına dayanır. (O garip neo-liberal, muhafazakâr Fukuyama'nın her şey olup bittikten sonra, ben değiştim diye elini yıkarken, Güven (Trust) diye bir kitap yazması boşuna mı?)
Şimdi,Soğuk Savaş Sonrası dönemden geçerken ABD bilhassa Ortadoğu'dan başlayarak tüm dünyada dalga dalga yayılan bir güvensizlik (güven değil) bunalımı yaşıyor.Sırt çantasıyla dünyayı gezerken herkesin sempatisini kazanan, rahat Amerikalıların yerini şimdikimsenin gitmek istemediği, güvenilmeyen, kuşku duyulan bir ABD alıyor. Demektir ki, ABD, kaynağı öncelikle siyaset olan bin bir sorunla yüz yüzedir.
Amerikan rüyası bitti demek ABD uyanacak veya uyandı demek anlamına gelir mi?