Türkiye'de ordunun bu derecede etkili olması, şimdi sistem değiştikçe daha iyi anlaşılıyor, çok daha ayrıntılı, kapsamlı olarak ele alınıp irdelenmesi gereken, çok karmaşık bir yapının, modelin sonucu. Bir kısmını bu hafta yayımlanan diğer yazılarımda ele aldım. Burada da birkaç farklı yanına değineyim.
***
Ayrıca unutmamak gerekir ki,
1960 sonrasında Türkiye askeri darbeye bağlı olarak ve özgürlük zannederek devleti, devlet deyince de askeri haddinden fazla güçlendiren bir anlayışla bütünleşti. Bu anlayış cumhuriyetin bazı ideolojik unsurlarını pekiştirmeye ve onun askeri çekirdeğini güçlendirmeye yönelikti. Bugün değiştirilmeye çalışılan modelin temel mantığı buydu. O dönemin
sol anlayışı bu tuzağı hazırladı veya bu tuzağa düştü ve
ordu-devlet öncelikli model
1971'de ve nihayet
1980'de büsbütün pekiştirilerek karşımıza getirildi. İşin vahim yanı solun hazırladığı bu modelin bazı ufak tefek eleştirilere rağmen
sağ siyaset de bu anlayışı benimsedi. 1980 deyip geçmemek gerek. Hâlâ Soğuk
Savaş devam etmektedir,
İran devrimi olmuştur,
Rusya Afganistan'ı işgal etmiştir. Bu şartlarda 1980
devletin tahkimiydi. Trajik olan bu tahkimatın
1930'lara yani devletin ordu hâkimiyeti altında toplumu yok saydığı bir döneme geri giderek yapılmasıydı.
***
Şimdi bu yapı sona eriyor. Bu yapı gerçekten
ordu-devlet-vesayet modelinin yani
1. Cumhuriyet'in sona ermesidir. Bu yeniliğin üstünde durmak gerekir. Nedir bunu hazırlayan?
***
Sosyolojidir. Yeni bir
orta sınıfın varlığıdır. Bu yeni orta sınıfın
devletten bağımsız olmasıdır.
Bağımsızlığı hazırlayan çok farklı ve muhafazakârlık gibi, İslam gibi, cemaat ilişkileri gibi çok ilginç gerekçeler üstünde durulabilir. Ama yeni orta sınıfın yani
Anadolu sermayesinin bütün
milliyetçi reflekslerine rağmen ve defalarca söylediğim gibi devletten yararlanmak istemesine rağmen
1908 sonrası militarist devletten bağımsızlığı başlı başına bir unsurdur. Bu Batı tipi
liberal devlete geçişin, aşağıdan yukarıya örgütlenen ve devleti uzun vadede kendisine tabi kılacak modelin başlangıcıdır.
***
İdeolojidir. Sistemin
ideoloji planındaki büyük dönüşümdür. Yani
laiklik anlayışındaki değişimdir. Ordunun Türk siyasetindeki ve devlet yapısındaki hâkimiyetinin ideolojik unsuru
laikliktir. Bu laiklik 19. yüzyılın
bilimselcilik-materyalizm anlayışının bir uzantısıdır.
Devlet-din işleri birbirinden ayrılmış olsa da bildiğimiz laiklikle bir ilişkisi yoktur. Gerçek laiklik vesayetten arınmaktır. Özgürlüğün bir parçası ve kurucu unsurudur. Şimdi, şu yukarıda değindiğim yeni model, laikliği özgürlüğün bir parçası olarak görmeye başladığı için de
1. Cumhuriyet'in sonuna gelindiği söylenebilir. Doğrudur, laiklik anlayışı da algısı da önemli ölçüde değişmiştir, değişmektedir ama bu belirttiğim yönde bir dönüşümdür. Yani
devletin "yaptığı" laiklikten
toplumun oluşturduğu laikliğe bir geçiştir.
***
Liberal doktrindir. Bu ideoloji son kertede
hukuk devleti olmakla iç içedir. Liberalizm hukuk devletiyle bağlantılı değil doğrudan doğruya bağlıdır. Hukuk liberal ideolojide
mülkiyetle başlayan bir özgürlüğün teminatıdır. Ama orada kalmaz genişletir sınırını, mülkiyetin temelindeki bireyliğin diğer haklarını da koruma altına alır.
Osmanlı hukuk devleti değildi. Çünkü şahsi mülkiyet yoktu. Cumhuriyette de servet sahibi olmak alabildiğine sorunluydu. Nedeni devletin tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi kendine ortak olunmasından duyduğu endişeydi. Şimdi
sermaye esaslı bir hareketle vesayetin dışına çıkılıyorsa bu liberal devlete geçişin eşiğidir.
***
Demokrasi burada başlar. Yani, liberal devlete geçildiği için ordu kontrolü ve vesayet ortadan kalkmaz, o ikisi devre dışı bırakılınca liberal modele geçilir. Bu yeterli midir, değildir, ama bu olmadan da diğer adımlar atılmıyor.
At ve araba tartışmasıdır yani bugün yaşananlar.