Fenerbahçe yönetimi bir bildiri yayınlayarak kendilerine dönük bir linçin başladığını kamuoyuna duyurdu. Başkan Aziz Yıldırım'ın emniyetle olan ilişkisinin basında yer alış biçimi, yani bir yargı sürecinin bu şekilde 'medyalaşması' eleştiriliyor. O arada Fenerbahçe- Ergenekon benzetmesi yapılıyor ve her iki sorgu-dava sürecindeki hukuk yanlışlıklarına dikkat çekiliyor. Bütün bunlar üç temel doğruyu vurgulamak ve Türkiye'nin malul olduğu üç yanlışı düzeltmek için eline geçirdiği bir fırsattır. Ben de şu üç noktayı ele alıp bir ortak vektör bulmaya çalışayım.
Şu sıralarda Türk futbolundaki tüm gayrı meşru işler, ilişkiler Fenerbahçe'yle bütünleştirilmiş durumda ve sanki bu alanda ilk ve tek illegal iş yapan bu takımmış gibi bir rüzgar estiriliyor. Oysa böyle olmadığını herkes biliyor. Sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde futbol 'kirli' bir alan. Futbolla yeraltı dünyası, futbolla siyaset, futbolla mafya iç içe.
Esasen bugünkü dünyanın sorunu mafyalaşma. 1989'da Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ortaya çıkan ve o çok pohpohlanan neo-liberal düzenin ne türden yoğun, derin, karmaşık bir mafyalaşma ürettiği literatürün en çok ele aldığı konulardan biridir. Şu dünyada akıl almaz servetler üreten kim kazandığı paranın salt meşru yollardan elde edildiğini kanıtlayabilmiştir? O zenginlerin hangisi karanlık ve dolaşık işler ve ilişkiler içinde bulunmamıştır? Ve gene o camiadan kim gidip futbol takımları satın almamıştır? Bu kadarı bile neyin ne olduğunu göstermeye yetmiyor mu?
Kapalı toplumlarda bu ilişkilerin daha da berbat olduğunu bilmeyen herhalde yok. Türkiye'nin bu kapalılık konusundaki sicili ise berbattan da berbat. Şimdi Fenerbahçe, bir süre önce Ergenekon, ondan evvel Susurluk diye patlayan hadiseler toplumun arınma, temizlenme ihtiyacından başka bir şey değildir. Bugün orada bir olay meydana geldiği için Fenerbahçe'dir konuşulan ama onun indinde Türkiye, futbolun ve onunla bağlantılı karanlık ilişkilerin aydınlatılmasını istiyor. Susurluk kazasına adı karşanların futbolla ilişkisi, mafya babalarına pasaport bulmaya çalışanların futbol takımlarındaki görevlerini herkes hatırlarken başka bir şey olmasını beklemek hayalcilik olur.
Medya bu çerçevenin dışında değildir. Üstelik daha da netameli bir alandır. Medya demokrasi değildir ama onun en önemli unsurlarından biridir. Başlıcasıdır. Sermayenin, dolayısıyla diğer çetrefil ilişkilerin batağına takılıp kalmış medya, futboldan da büyük bir problem teşkil ediyor ama ayrıca o medyayla futbol arasında da aynı iç karartıcı ilişkiler mevcut değil mi? Haydi örneği dışarıdan verelim. Bir siyasetçi- sermayedar-medyacı olarak Berlusconi'nin, bir sermayedar basın canavarı olarak Murdoch'un adları, başları etrafında dönen tartışmalar bütün şu söylediklerimin özetidir.
Bütün bu söylediklerimin şu ana kadar dile getirmediğim iki bileşeni var: Demokrasi ve hukuk. Bugün daha iyisini aramak için kurulan demokrasi teorilerinin tek dayanağı iyi işleyen bir hukuk sistemidir. Açık toplum yaratmanın başka da bir aracı yoktur. İyi işlemeyen bir hukuk sisteminde güçlü bir demokrasinin mevcudiyeti olanaksızdır. Hatta bu yargının tersi yani güçlü demokrasi- güçlü hukuk sistemi denklemi aynı derecede etkili değildir.
Türkiye'nin büyük zaaflarından biridir hukuksal yetersizlikler. Ergenekon kadar büyük ve önemli bir davanın hukuk usulü sorunlarıyla gölgelenmesi bir kayıptır. Fakat ne yazık ki, bu yaşanıyor. Şimdi aynı şey Fenerbahçe davasının başına geliyor. Buna izin verilmemelidir.
Türkiye, bütün eksiklerine rağmen çok önemli bir dönüşüm geçiriyor. Bu daha fazla hukuk ve demokrasi arayışıdır. Açık ve temiz bir toplum beklentisidir. Daha önce bu imkanı sağlayacakken kaçırılan fırsatlar bu defa telafi edilebilir. Köhnemiş, eprimiş, kağşamış bir devlet düzeni bu yoldan tasifye edilebilir.
Tribünler bunu beklemiyor denebilir mi?