Bugünlerde kitapçı vitrinlerine baktıkça iki nedenden ötürü şaşırıyorum.
Birincisi Türkiye hakkında çok kitap yayınlanıyor. Bazıları tercüme, bazıları telif. Her ne kadar Amerika'da, Fransa'da o ülkeleri irdeleyen kitapların sayısıyla mukayese bile edilemez ama olsun, bu da bir şeydir. Üstelik kitapların çoğu politika ve son dönem meseleleriyle ilgili. Henüz düşünce tarihini, toplumsal düşünceyi ele alamadık. Bu konularda daha çok geri bir noktadayız. Bir de kitapların baskısı. Hâlâ çok kötü kâğıda, sıradan bir nesne olarak basılmış kitapları okumaktan ben kendi payıma çok sıkıldım.
İkincisi işin asıl şaşırtıcı olan noktası. Bu kitapların çoğu bilimsel araştırma. Bazıları doğrudan doktora tezlerinden dönüştürülmüş, bazıları araştırmalara dayalı kitaplar. Türkçeye çevrilenleri önceden iyi kötü okumuş oluyorum. Hatta bazılarının hazırlanış süreçlerine dönük bilgilerim, katkılarım da oluyor. Gerek onlarda, gerekse Türkçe kaleme alınanlarda, eski bir alışkanlıkla, önce kitabın arkasındaki bibliyografyaya bakıyorum. Ve şaşırıyorum.
Önce İngilizce olanlardan başlayalım: yazarların çoğunun Türkçe bilmediği açık. Söyleyecek bir şey yok. Sadece Türkçe dışındaki dillerde topladıkları malzemeyle bu kitapları yazıyor. İkinci grup Türkçe bilen yabancı yazarlar. O aşamada durum daha vahimleşiyor. Çünkü Türkiye'de bile ayrıntı sayılabilecek bir konuyu dahi, neredeyse bütün bütüne gene yabancı kaynaklardan izleyerek ele alıyorlar. Bu kitaplarda Türkçe kaynaklar var ama bana çok sorunlu görünüyor. Üçüncü grubu ise sadece "dramatik" diye adlandırabilirim.
Bildiğim kadarıyla Amerikan üniversitelerinde dilini bilmediğiniz ülke hakkında size tez yazdırmazlar. Benim dramatik dediğim grupta yer alan incelemeciler zaten Türk. Fakat bunların kitaplarında da aynı sorun var. Söz konusu ettiğim yazarlar da kitaplarını yabancı kaynak ağırlıklı olarak yazıyor.
Türkçe kaynak yok değil ama yetersiz.
Haydi şimdi polemik çıkmasın diye ad vermeyeyim, üstelik de değerli ve ciddi bir çalışma, genç bir Türk akademisyen tarafından yazılmış, çok önemli bir yabancı üniversite yayını olarak basılmış bir kitaba baktım, inanılır gibi değil, Türkçe kaynak oranı 1/3. Bu çok az yayın miktarından daha önemlisi, o alanın en ciddi, üstelik de Türk yazarlar tarafından İngilizce olarak kaleme alınmış çalışmaları söz konusu bile edilmemiş. Bu durum tercih meselesidir diye geçiştirilemez. Belirli kaynaklara atıfta bulunmadan bir doktora tezinin yazılamayacağı işin alfabesinde öğretilen bir noktadır.
Peki, nedir bu? Tesadüfi bir durum değil; yok dünyada tesadüf diye bir şey, küçümseme de olmaz, çünkü o yayın da en önemli akademik dergilerden birinde çıkmış... Yoksa aklıma bile getirmek istemediğim o çocukluk hastalıklarından birisi olan akademik kıskançlık mı? Muhtemelen öyle ama o beni ilgilendirmiyor, dikkatimi mucip olan husus, Türkiye hakkında yazılmış, "içeriden" bilgi yansıtan makalelerin ihmal edilerek bu metinlerin üretilmesi. "Dışarıda" yapılan, üstelik de "hakemli" yayın diye şimdi bunlara öncelik mi vermemiz mi gerekiyor? Al sana üç okka bir soru...
Ben hiç Türkçe eğitim yapan okullarda hocalık etmedim. Dersleri İngilizce anlattım. İngilizce eğitim konusunda düşündükçe düşünüyorum. Türkiye'de bir şehirde, bir sınıfta Türk bir hoca, anadilleri Türkçe olan 30 öğrenci oturmuşuz, Türk edebiyatı, siyaseti, tarihi konusunda İngilizce ders yapıyoruz. Bunun sorunsuz olduğunu söyleyemem. Ama bu parantez dışında kalan derslerin İngilizce yapılmasına zerre kadar itirazım yok. Bilim bugün o dilde üretiliyor. Sistem de hocalardan bunun devamını istiyor, yabancı dilde yayın yapmasını bekliyor. Ona da amenna. Fakat bu çerçeve şu yukarıda değindiğim sorunu aşmaya yetmediği gibi, tersine, tam çıbanbaşı bir sorun. Yabancı dil derken, yabancı yayın diye gözlerimizi büyütürken neyi atlıyor, neyi görmezden geliyor, neyi unutuyoruz?
Yeniden düşünelim...