Efendim, son iki günü tebrikleri kabul ederek geçirdim. Şaka bir yana, daha önce art arda yazdığım ve değerli köşe yazarlarının da dikkate aldığı yazılarda CHP'nin bölüneceğini, Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi böleceğini ve nihayet partinin bölünürse çok iyi olacağını belirttim. Bu öngörü gerçekleşti. CHP bölündü.
Doğrusu, ben yazımda ideolojik bir bölünmeden söz ediyordum. Eğer Kılıçdaroğlu zaman zaman sezgileriyle ve içtepisiyle gösterdiği "ayrılıkçı çizgi" oluşturma gayretini ideolojik meseleler etrafında sergilerse bu bölünme ortaya çıkar, CHP başlangıçta güç ve oy kaybeder ama direnirse izleyen dönemde yeni ve etkin bir parti olur diyordum.
Bu bir kehanet değildi, değildir; çünkü CHP 1972'de bu deneyimi yaşamıştır. O tarihlerde Bülent Ecevit "Ortanın Solu" politikasıyla partiyi İnönü'den almış, buna katlanamayan muhafazakâr/Kemalist kadrolar tepki göstererek ayrılıp Turan Feyzioğlu başkanlığında Güven Partisi'ni kurmuşlardı. CHP de güçlendikçe güçlenmişti. Bu tarihsel olaydan hareket ederek benzeri bir şeyin bir daha yaşanabileceğini, yaşanmakta olduğunu dile getiriyordum.
Her ne kadar bölünme ideolojik değil mevzuat, tüzük gibi teknik konular etrafında cereyan etmişse de dibinde bal gibi ideolojik bir çekirdek barındırıyor. Nasıl barındırmaz? Kılıçdaroğlu açıklamalarını yaparken "yeni CHP" dedi diye önce Önder Sav eski politikacılığın verdiği soğukkanlı ifadeyle "CHP Atatürk'ün partisidir, yenisi olmaz" türünden bir şeyler söyledi. Ardından o kanadın neo-Kemalist İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek bu defa dehşete düşmüş bir edayla "yeni" CHP olamayacağını, gene Kemalizmden, şanlı geçmişten falan dem vurarak dile getirdi.
Bu bakımdan ben üç noktanın üstünde durayım.
Birincisi, söz konusu tüzük değişikliği aslında o kadar iyi bir şey değil. Bu değişikliği Baykal-Sav ikilisi hazırladı ve Genel Başkan'ı Tanrı katına yükseltecek yetkilerle donattı. Dolayısıyla tüzük değişikliği demokratik değil anti-demokratik bir parti yapısı öngörüyor. Buna rağmen bu imkân bir fırsat olarak kullanıldı ve Kılıçdaroğlu partide kendi tabiriyle "korku imparatorluğunu" yıktı. (Bu arada kendisini o makama bu korku imparatorluğunun taşıdığını unutmuyoruz.)
Bu noktada Kılıçdaroğlu için böyle bir fırsatın yaratıldığından söz edilebilir. Cumhuriyet Başsavcısı'nın CHP üstünde bu kadar iddialı olması bir tesadüf değil. Belki Ankara'da bazı yetkililerin bize ifade ettiği gibi bazı dayanışmalar, bazı etkenler de işin içine girmiştir. Ama sonuç önemlidir.
İkincisi bu işin içinde Baykal ve kadrosunun olmadığı düşünülemez bile. Baykal şimdi Kılıçdaroğlu'yla ittifaka geçerek kendisini deviren Sav'dan tarihsel rövanşını almakta ve olası bir seçim yenilgisinden sonrası için de yayını kurmaktadır. Yeniden genel başkan olması hayalden ötedir ama hiç değilse bu yoldan elini partinin içinde tutabileceğini hesap etmektedir. Kılıçdaroğlu'nun yağmurdan kaçarken doluya tutulmaması, evdeki bulgurdan olmaması gerek.
Üçüncüsü, bakalım "yeni" kavramının içi nasıl doldurulacak. Burada kritik nokta şu: Güven Partisi geleneği devam etmeli ve Türkiye'de Kemalist olduğunu söyleyen bir parti oluşturulmalı, CHP rahat bırakılmalıydı. Belki o zaman bu parti sollaşabilirdi. Böyle bir adım atılmadığı ve Baykal partiyi adını koymadan sağcı Güven Partisi çizgisine 28 Şubat sonrasında çekmek, Kemalistleştirmek istediği için bugünkü enkaza ulaşıldı. Şimdi keşke Sav ayrılsa ve yandaşlarıyla birlikte Kemalist bir parti kursa, CHP de bir sol parti kimliği kazansa. Bu zor bir yoldur. Uzun bir yoldur. Ama yapılmaz değildir.
Bakalım Kılıçdaroğlu partiyi nereye kadar bölecek...