Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Türk ve Tuğluk Meclis'e

Taksim'de patlayan bombayı üstlenmeyip bir de eylemsizlik sürecini 2011'e kadar uzatınca PKK, iş gene başka bir çehre kazandı. Ortada şimdi çok daha karmaşık, kapsamlı bir sorun yumağı var. Eskiden sorun dediğimiz şey şimdi bir yumak. Artık Kürt meselesiyle PKK meselesi birbirinden ayrılmıyor. Artık Öcalan'la devlet görüşmez denmiyor. Aksine en üst düzey bir devlet yetkilisi devletin Öcalan'la görüşmeyi hiç kesmediğini dile getiriyor. Kandil'den ve Karayılan'dan başka açıklamalar geliyor.
Bu şartlar dönüp dolaşıp hep aynı kapıya çıkıyor. Eğer Kürt meselesi siyasal bir realite olarak kabul edilmez ve çözümü o şart içinde aranmazsa terörün sona ermesine imkan yoktur.
Böyle bakınca Hasip Kaplan'ın TBMM Başkanlığına verdiği dilekçe çok önemli bir anlam kazanıyor.
Kaplan'ın verdiği dilekçenin özü AYM kararıyla DTP kapatılınca milletvekillikleri düşürülen Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un temsil görevlerinin iadesindeki zorunluluk.
Çok önemli argümanları var Kaplan'ın.
Birincisi, Türk ve Tuğluk doğrudan doğruya milletvekilliğinden düşürülmüş değil.
DTP'nin kapatılmasını 'gerektiren' eylemlerde bulundukları için parti kapatma kararı Resmi Gazete'de yayınlanınca bu iki kişi milletvekilliğinden düşüyor. Bu karar inşai bir karar değil, bir saptama. 'Kendiliğinden' doğan bir 'sonuç'. Bu bir.
İkincisi, yapılan anayasa değişikliğiyle parti kapatmayı düzenleyen madde de değiştirilmiş ve milletvekilliklerinin düşürülmesi eskiden olduğu gibi kendiliğinden işleyen bir fiil olmaktan çıkarılmıştır. Dilekçedeki ifadeye göre 'halk vekalet ilişkisine yönelik müdahaleyi gayrı meşru ilan etmiştir.'
Üçüncüsü, AYM yargılamaları TCK hükümlerine göredir. Kaplan dilekçesinde çok haklı ve yerinde olarak, yargılamanın sonucunun da ceza kanunu genel hükümlerine göre işlemesi gerektiğini vurguluyor. Buna göre eğer yasa değiştirilir ve yeni hüküm eğer sanığın veya hükümlünün lehine işlerse kişi bu durumdan yararlandırılır. Şimdi hal böyleyken yasa değişmiş, kapatmayı ve milletvekilliğinin düşmesini öngören ve süreçlendiren madde ortadan kalkmışken Türk ve Tuğluk'un durumu aynen devam ediyor demek çok tartışmalı ve haksızlık içeren bir durumdur veya yorumdur.
Kaldı ki, vekalet görevi bir yasama dönemi için verilmektedir. 2007 yılında verilen bu görev yani temsil görevi sahibi olan millet/seçmen tarafından geri alınmadıkça meşrudur ve onun bu yoldan iptal edilmesi kabulü zor bir durumdur.
Bunlar işin hukuksal yanları ve tekrar edeyim bana göre son derecede kuvvetli iddialar. Nitekim Kaplan da dilekçesini verdiği Meclis Başkanlığından işlemleri başlatıp bu iki vekilin vekaletinin geri dönüşüne imkan sağlamasını istiyor. Hiç değilse bu iki kişinin 'bağımsız milletvekili' olarak göreve devam etmesindeki zorunluluğa ayrıca işaret ederek...
Hukuksal irdelemeleri, talepleri bir yana bırakalım, bırakılmaz ama, bir an için öyle yapalım. DTP döneminde toplumun güvenini en çok kazanmış olan Kürt siyasetçileri bu iki isim değil miydi? Hele Ahmet Türk'ün (tıpkı Hasip Kaplan gibi) 1990'lı yıllardan beri, SHP döneminden beri bu siyasetin hukuk dışı yollara kaymaması için verdiği mücadele görmezden gelinebilir mi? Tuğluk'un sağduyulu, serinkanlı yaklaşımı ve çabası unutulabilir mi?
Şimdi soralım, bu iki siyasetçi, bu nitelikleriyle ve Kürt kesiminde sahip oldukları imkanlarla temsil görevine iade edilirse söz konusu durum Türkiye'de hukukun üstünlüğü bakımından, devam eden hayati bir sorunun çözümü yönünden ve demokratikleşme açısından kalıcı ve güçlü bir adım olmaz mı?
Bu türden sonuçları sağlamak, 12 Eylül ruhunu, mantığını ortadan kaldırmak için değilse bu anayasa değişikliği ne için yapıldı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.