Türkiye'de eğer gerçek anlamda bir laiklikten yani pozitif laiklikten, söz açılacaksa o takdirde öncelikle herkesin dilediği gibi yaşama hakkı olduğunu kabul etmek gerekir. Aynı zamanda liberalizmin de temeli olan bu yaklaşıma göre hiç mi sınır getirilmeyecektir hiçbir şeye sorusu tabii ki, yerindedir, doğrudur ve geçerlidir. Ama ondan önce yapılması gereken ilk iş sınırsızlık durumunun görüşülmesidir. Özgürlüğü oluşturmadan özgürlüğü sınırlandıracak şart(lar)ın konuşulması tümüyle farkı bir noktaya çeker bizi ki, Türkiye'de cumhuriyetin getirdiği temel yaklaşım tam da budur. Yani cumhuriyet laiklik de içinde olmak üzere dibinde özgürlük yaratmak niteliği taşıyan her kavramı "sınırlamacı" bir zihniyetle ele aldığı için o özgürlük alanı başlı başına bir kısıtlama alanına dönüşmüştür.
Bu soyut lafların göstergesi dindir. Cumhuriyet, artık herkesin ezberlediği klişeyle söylersek, laikliği dinsel alanı özgürleştirmek için değil tersine dini devlet tarafından kontrol edilir bir alana sıkıştırmak için kullanmıştır. Böyle olunca din dersleri de kullanıldığı ölçüde ve biçimde bu anlayışın bir uzantısı, bir sonucu olarak ele alınmıştır.
Ama din dersinin başka bir özelliği var demiştim daha önceki yazılarımda. Bir kere din dersi herhangi bir kutsal kitabın öngördüğü şeyi yani dine göre yaşamayı öğrenciye empoze edemez. Gene dinin öngördüğü içtihadı öğretemez. Dinin gerektirdiği eylemin öğretilmesine dayanamaz. Olacaksa dini de kapsayacak biçimde bir din/etik/moral felsefesi üstünden anlatılır.
Peki, kendi dininin kaidelerini çocuklarına öğretmek isteyen aileler ne yapacak?
Laiklik işte tastamam bu noktada başlar ve bu soruya verilecek iki cevap vardır. Bugüne kadar devam eden anlayışla belki taban tabana zıt düşecektir ama ne yapalım ki, ilk kural dinsel uygulamaların (kateşizmin) öğretilmesini cemaatlere terk etmektir. Doğrusu budur, olması gereken budur. Her cemaat kendi dinsel akidelerini kendi çocuklarına öğretmek hakkına sahiptir ve devlet bu işe alet olamaz. Cemaatler kendi içlerinde örgütlenerek bunu yaparlar. Amerika'da örneğin, yöntem budur. Okuldan çıkan çocuk hangi dine mensupsa ve eğer ailesi istiyorsa kalkar haftada bir iki gün o cemaat kurslarına gider.
İkincisi, daha radikal ve şu söylediğimin yanında daha gereksiz ve zor görünen bir yöntemdir. Cemaatler bu eğitimleri parasını kendilerinin ödediği öğretmenler aracılığıyla okullarda çocuklara öğretebilirler. Bunu devlet de yapabilir. Ama o durumda o ders için hocaya para cemaat tarafından ödenir. Ha, bir de, o koşulda, bu derslerin gene seçmeli olması ve derslerin bütün cemaatlere ayrı ayrı açılmasıdır. Gene Amerika'da bu yöntem de uygulanmaktadır.
Türkiye'de bu öneriye niçin karşı çıkıldığını, çıkılacağını biliyoruz. Devlet de yıllar yılı aynı gerekçenin arkasına sığındı ve din eğitiminin cemaatlere bırakılması halinde ortaya çıkacak eğitim yapısının kontrol edilemeyeceğini öne sürdü. Yani Kuran Kursları bu konudaki denetimsizliğe karşı tek çare olarak görüldü. İşte bu kısıtlamayı aşmak ve doğabilecek mahzurları engellemek maksadıyla da diyorum ki, cemaatlerin kendileri hocayı bulur, kursun altyapısını örgütler. Daha ortodoksi isteyen de daha farklı bir endoktrinasyon öngören de meşrebince bu işi uygular.
Gerçek anlamda liberal ve laik eğitim budur. Zorunlu din dersi olmaz. Ama şu veya bu dinin öğretilmesi de engellenemez. Çözüm devletin bu alanı boşaltmasındadır.
Yani laik ve demokratik bir devlet olmasındadır. Bu kadar basit! Bu kadar zor!