Pazartesi günü yazdığım yazıya her düzeyde çok fazla tepki geldi. CHP'nin sollaşabileceğini ama solculaşamayacağını vurgulamıştım. Görüşlerimi açmak için birçok televizyon programına davet edildim. Oralarda düşüncelerimi daha geniş olarak ifade edebildimse de bazı noktalara bu yazıda değinmeyi zorunlu görüyorum. Söylemek istediğim şudur.
Dünya 1990'lardan sonra önemli bir yol ayrımına geldi. Solu sadece emek-sermaye çatışması içinde emekten yana olmak diye görmemeye başladı. O zaten bir veridir ve bir sol politika oluşturmak için zaruridir. Ama 1990'ların dünya politikasına getirdiği en önemli katkı demokratikleşmenin sol olarak görülmesiydi. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından ve Sovyetler'deki bürokratik merkeziyetçi solun düşmesinden sonra demokrasinin modernizasyonuna duyulan ihtiyaç salt ekonomiye dayanan bir solla demokrasiyi kapsayan bir sol arasında önemli bir fark meydana getirdi.
Aynı süreç Türkiye'de de yaşandı. Belki biraz gecikildi ama 2000'lerde devletin dönüştürülmesi başlı başına bir konu haline geldi. AK Parti'nin başarısı burada aranmalıdır. Bu iktidar hem ekonomik planda önemli bir dönüşümü sağladı hem de 2007 sonrasında anayasanın ve devlet-toplum ilişkisinin yeniden tanımlanmasında önemli hamleler yaptı. Yapıyor.
Şimdi CHP'nin bu iki alandaki gelişmelere hiç komplekse kapılmadan sahip çıkması zarureti var. Bir yandan ekonomiyi büyütmek, yoksul, dar gelirli kitlelerin toplumsal hareketliliğine destek vermek, onların gelecek beklentilerini ayakta tutmak zorundadır diğer yandan demokratikleşme alanındaki gelişmeleri pekiştirmek.
Şu iki gerçeği unutmayalım. 1970'lerdeki CHP solculuğu gerçi alt sınıflarla çok önemli bir ilişki kurmuştu ama o bütünleşmeyi o dönemde AP'nin, şimdi AK Parti'nin yaptığı gibi, umut üstünden değil, umutsuzluk üstünden sağlamıştı. Yıkımını hazırlayan bu manasız yaklaşım oldu.
Türkiye çok hareketli bir toplum. Sadece İstanbul'a son 15 yılda 7.5 milyon nüfus geldi. Bu insanlar siyasal görüşleri ve sosyal davranışları bakımından muhafazakâr olabilir. Ama ekonomik planda küçük burjuva radikalizmini yaşıyor ve çok kısa bir süre içinde zengin olmak, daha iyi bir hayat sürmek istiyor. Sosyal güvenlik politikaları, ekonomik büyüme ve dağıtım ekonomisiyle AK Parti işte bu beklentiyi diri tuttu. Şimdi CHP'nin aynı zemine oturan bir sosyal ve ekonomik politika izlemesi gerekir. Yoksa popülist bir fakirlik anlayışı içinde devam etmesi neredeyse imkânsızdır. Sollaşma dediğim budur. Solculuksa 1970'lerdeki modeldir.
İkincisi demokratikleşmenin ihmal edilmesi sanıldığı gibi bu kitleleri ilgilendirmeyen bir husus değildir. Alt sınıfların kurduğu daha iyi bir gelecek tasavvuru içinde demokratikleşme çok önemli bir rol oynamaktadır. İster beğenin ister beğenmeyin mesela kimlik politikalarını bu karmaşık kitlenin dışında artık tasavvur etmek olanağı yok. Toplum anayasa değişikliğini daha iyi hayatın bir parçası olarak telakki ediyor. Bu piyasanın serbestleşmesinden, ekonomik rasyonalitenin topluma yaygınlaşmasından kaynaklanan bir durum. Demokrasinin ve özgürlüğün olmadığı regülasyon ve kontrolün öne çıktığı bir düzende yani demokrasinin geride tutulduğu bir düzende insanlar özgür ve mutlu olmayacaklarını biliyor. Buna Kürtlük, Alevilik, kadınlık gibi sosyokültürel kimlik özelliklerinin serbestleştirilmesi de dahildir.
Bir de sermayeyle olan ilişkiler var. Bilhassa büyük kente akmaya çalışan Anadolu sermayesi var. Onun talebini, arzusunu, onun büyük metropol sermayesiyle çatışmasını görmeyen ve o çatışmada taraf tutmayan bir sol nasıl sol olacaktır?
CHP bir kavşaktadır. Ya devletçistatükocu modeli demokratikleşmeyle aşacak ya da aşamayacak. Ya eşitlikçiliği büyümeci bir ekonomik-sosyal modelle bütünleştirecek ya da bütünleştiremeyecek.
Bu kadar basit, bu kadar zor!