90 yıl önce açılan Meclis'in anlamını bugün geriye bakarak değerlendirmek daha kolay. Bir yorum yapabilmek için elimizde daha fazla veri var. Bu tür olayların üstüne bazen sis bazen mitoloji olarak örtülen perdeleri biraz daha araladık. Henüz alınacak çok yol var ama gene de başlatılacağı açıkça belli olmuş bir ulusal direniş savaşının öncesinde toplanan Meclis'in ne ifade ettiğini daha geniş bir açıdan değerlendirebiliriz.
Meclis benim için üç nedenden ötürü önemlidir.
Birincisi bir Meclis'e dayanarak ulusal kurtuluş savaşını sürdürmek açık bir meşruiyet arayışıdır. Bu, Kurtuluş Savaşı'nı başlatan ve sürdüren kadroların en önemli erdemlerinden birisidir. O kadro daha sonra Jakoben bir çizgiyi tercih etmiştir. Söz konusu çizginin Türkiye'de oynadığı rol konusunda henüz yeterince soğukkanlı bir değerlendirme yapmadık. Ama bu çizginin hiç değilse o tarih itibariyle Bonapartist olmadığını belirtmek gerekir. Söz konusu durum daha sonra ortaya çıkacak olan cumhuriyetçilikhalkçılık tartışmalarının irdelenmesi bakımından hayati derecede önemlidir.
İkincisi bu Meclis o tarihlerde ne demokratik bir arayış içindeydi ne de cumhuriyetçi bir eğilimi vardı. O konu sadece Mustafa Kemal'in kafasında bir soru işareti olarak dolaşıyordu. Meclis, Osmanlı Mebusan Meclisi'nden mülhemdi. Ankara'da bir Meclis toplandığında bu yeni hareketin ilk 'konvansiyon'uydu. Fakat Osmanlı devletinde yaşanmış ilk Meclis deneyimi değildi. Bunu kaydetmek gerekir. Üstelik daha önceki Meclis partilere (fırkalara) dayanırken bu defa herhangi bir fırka yoktu ortada. Kaldı ki, Meclis meşruiyetini de ideolojik dayanağını da İslam'dan alıyordu. Başkanlık kürsüsünün arkasında Kuran'dan alınmış bir ayet asılıydı ve 'meşvereti' öngörüyordu. Bu haliyle de Meclis, Tanzimat'tan beri devam eden 'meşrutiyetçiliğin' bir uzantısı olarak şekilleniyordu.
Üçüncüsü, 1920 Meclis'i daha sonraki meclislerden dokusu gereği önemli bir fark gösteriyordu. Bu fark bölgesellik, dolayısıyla doğrudan temsil özelliklerinden kaynaklanıyordu. Zamanında Frederick Frey'in yaptığı çalışmaya dönersek, Meclis'in % 62'si seçildikleri bölgede doğmuş üyelerden oluşuyordu. Bu oran ancak 1950 ve 1954 meclislerinde yakalanabildi.
İlk Meclis'in yaş ortalaması 43'tü. Bu ortalama gene ancak 1950 ve 54 meclislerinde biraz düşebildi. Ondan önce sürekli olarak yaşlanan bir parlamento oluştu ve tek partili hayatın son meclisi olan 1943'te yaş ortalaması 54'ü bulmuştu.
Sanılanın tersine ilk mecliste de yüksek eğitimliler mebusların % 70'ten fazlasını oluşturuyordu ki, bu grup toplumun % 1'inden daha az bir nüfus grubuna mensuptu. Bu oran izleyen tüm meclislerde hep yükselerek devam etti.
Meslek grupları bakımından ilk mecliste ağırlık % 23'le kamu görevlilerindeydi. Onları din adamları (% 17) izliyordu. Üçüncü grubu askerler (% 15) meydana getiriyordu. Hukukçular (% 13) dördüncü, tüccarlar (% 12) dördüncü gruptu. Her mecliste en büyük grup daima memurlar ve hukukçulardan oluştu. Gene de 1950 Meclisi bu bakımdan farklıydı. Hiç değilse hukukçular (% 26) o mecliste ilk kez kamu görevlilerini (% 10) bu derecede açık bir farkla geçmişti. Aynı şekilde 1950'de askerlerin oranı % 6'ya düşmüştü ve bu tarihin en düşük oranıydı. 54'te de % 4'e inecekti. 1950 meclisinin bir diğer özelliği tüccar (% 17) ve çiftçi (%10) ağırlığına dayanmasıydı. Bu oranlar da en yüksek oranlardı ve 1960'a kadar hep böyle seyretti. Din adamı ise 1950'de en düşük orana ulaşmıştı: % 1, hep de öyle kaldı.
Bütün bunlara bakarak çok şey söylenebilir. Ama özeti galiba şu: çok şiddetli iç tartışmalar da izlenince anlaşılıyor ki, ilk Meclis, 90 yıl önce çok 'kendiliğinden' de olsa bir hayli sivil bir yapıya sahipti. Bu dokunun zamanla değişmesi rejimin bir iç sorunsalı olarak görülmelidir. Kaldı ki, 1920'de kuvvetler ayrımı yoktu ama hükümeti meclis oluşturuyordu, bakanları meclis seçiyordu. Ortada tam bir parlamentarizm/ konvansiyonalizm vardı.
Onu ve 1950 Meclisi'ni çok daha ayrıntılı olarak irdelemeliyiz.