Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

AK Parti üstüne-2

AK Parti'nin kendisini önceleyen ve İslam'ı daha radikal bir yaklaşımda ideolojikleştiren siyasetlerle arasındaki en önemli fark modernleşme tanımı söz konusu olduğunda ortaya çıkar ve bu gelişmenin kırılma noktası 1997'dir. O tarihte devreye giren 28 Şubat, klasik ordu-bürokrasi- aydınlar ittifakı içinde kurucu ideolojinin temel değerlerini ve modelini bir kez daha mevcut siyasal yapı üstünde erk kullanarak sağlama çabasına girişmişti. 28 Şubat'ı yerli yerine oturturken vurgulanması gereken bir diğer nokta o tarihte iktidarda bulunan siyasal İslamcı kanatların radikalizmidir.
Ne var ki, 28 Şubat ve sonrası üç önemli unsuru algılayamadı ve gözden ırak tuttu.

Şu hayati üç unsur
1. İslam'ı bir ideolojik tercih kabul eden hareketler Anadolu'da kendilerine yandaş çok önemli, çok güçlü bir sermaye sınıfı oluşturmuştu. Bu sınıf kendi iç örgütlenmesiyle birlikte İstanbul sermayesine karşı bir güç odağı olmayı başarabilmişti. Bu kesim yeni bir parti istiyordu ve o partinin devletle zıtlaşmamasını öngörüyordu.
2. Bu kesim demokrasi tartışmalarında tarihin ilerici aksına oturmuştu ve karşısında yer alan İstanbul sermayesiyle bütünleşmiş ANAP, DYP gibi partiler akıl almaz bir siyasal yönetemezlik sürecine girmiş, onu bir de siyasal-ekonomik yolsuzlukla bütünleştirmişti. 1999 seçimleri sonrasında patlayan ekonomik kriz bu gerçeği alabildiğine somutlaştırmıştı.
3. Anadolu'dan büyük kente yönelmiş göç son evresini yaşamaya başlamıştı. Göçerler kent ve modernleşmeyle diğer kesimlere nazaran çok daha büyük bir iştahla bütünleşmek istiyordu. Onları o konuma taşıyacak bir siyasete ihtiyaçları vardı.

Ve devlet zıtlaşınca

Bu üç etkenin yan yana gelmesi yeni bir parti beklentisini çok canlı bir konuma taşıyordu ki, kapatma davaları beklenen çıkışın yapılmasına olanak sağladı. Davalar sadece ortadaki partilerin yok olmasına yol açmamış, egemen ideolojinin kitleler üstünde kurmak istediği otoriter yapıyı da görülür hale getirmişti. Mevcut merkez sağ partilerin o girişimlere verdiği destek, kitlelerden kopuşu RP'den ayrılarak hazırlanan AK Parti'yi açık bir umuda dönüştürmüştü.
Yani Anadolu'daki sermayeyle büyük şehrin kenarlarında yaşayan kitlelerin farklı beklentisi bir noktada kesişiyor ve AK Parti'yi 2002'de iktidara taşıyordu. Buna Batılı-liberal kesimin (isterseniz aydınları deyin) AB yönündeki beklentileri, mevcut hükümran yapının değiştirilmesi talepleri eklenince AK Parti'nin ortak bir kabul etrafında iktidara gelmesi neredeyse kaçınılmazlaşıyordu.
Kabul edelim ki, bu tarih yani AK Parti'nin iktidar olması Cumhuriyet tarihinin 1950'de DP ve 1983'te ANAP'ın iktidara gelmesinden çok daha önemli bir gelişmedir. Bu gelişme Türkiye'deki modernleşme anlayışının demokrasiyle bütünleşmesine yol açtığı gibi bazı bakımlardan da sanıldığı ölçüde "radikal" olmamıştır.
2002 sonrası iktidarın bu hazırlayıcı şartlarla ne ölçüde bütünleştiği başlı başına bir sorudur. Doğal olarak bazı noktalarda ittifaklar sağlanmış, bazı noktalarda da kopmalar meydana gelmiştir. Buna mukabil 2002-2007 arası iyi değerlendirilmiştir. O dönem hiç öyle olması gerekmezken kurulu nizam tarafından geliştirilen bir hamleyle bir kere daha keskin bir çatışma üretmiştir ve sonuç 2007 seçimlerindeki AK Parti başarısı olmuştur.
O değerlendirmeyi cumaya bırakıyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA