Kürt tartışmasının başladığımız şu evresinde bile öğrendiğimiz veya hatırladığımız önemli bir nokta politikanın toplumsal önceliğidir. İnsan bin türlü tarif edilebilir fakat modern insana ana niteliğini kazandıran husus kendi kaderine sahip çıkması, bunu da toplumsal planda ancak siyasetle yapmasıdır. 1990'lardan sonra bütün dünyada belli rantların birikimine ve yeniden dağıtımına hasredilmiş bir araç gibi görünse de siyaset asıl önemini şu belirttiğim tanımdan alır ve o tanım demokrasinin bir başka ifadesidir.
Siyasetsiz demokrasi, bizdeki
Siyasetin olmadığı bir ortamda demokrasi olur mu, doğrusu tartışılması gereken bir sorudur. Üstünde düşünmeyi çok önemli bulduğum o sorunun belkemiğini siyasetle devlet ve toplum arasındaki ilişki meydana getirir. Türkiye on yıllar boyunca siyasetin olmadığı, gerçek manasını kazanmadığı bir ortamda demokrasiyi denedi. Bu doğaldı. Çünkü siyaset de bizde devletin yaptığı, devlet öncelikli bir mekanizma olarak görülüyordu. O "komünizm gerekiyorsa biz getiririz" mantığının esası buydu.
Yakın tarihimizde galiba bir defa 1960'larda sonra da 1990'lardan başlayarak 2000'lerde bu kısıtlama aşıldı. Kürt tartışmaları, İslam tartışmaları bu çemberin kırılmasında ana rolü oynadılar. Şimdi Kürt sorununu tartışıyoruz ve çok muhtemeldir ki, neticesi ne olursa olsun, bir sonraki aşamada Türkiye çok daha politik bir topluma dönüşecektir.
Bununla birlikte şu dönemde bile siyasetin işlevini ve anlamını kavramakta önemli iç çelişkileri yaşamadığımız söylenebilir mi?
Kimlik ve siyaset
Pek söylenemez! Nedeni açık: dipten dibe yol alan bir akım mesela Kürtlerin hâlâ siyasal bir varlık olarak kendilerini ifade etmesine yani kendilerine ait bir siyasal toplum niteliği kazanmasına karşı çıkıyor. DTP'nin engellenmek istenmesi, Kürt hareketi içinde çok önemli gördüğüm kadın varlığının yok sayılması bu anlayıştan kaynaklanıyor.
Bunun ne kadar vahim bir hata olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. İçimizde uyudu sandığımız ama bizi zehirlemeye devam eden "milliyetçilik" canavarı ve onun siyaseti reddeden, siyasetin özü olan farklılıkları yok sayan, homojen bir toplum yaratmayı öngören muhakemesi bu hazin durumu oluşturuyor. Oysa kazın ayağı çok farklıdır ve onu anlatmak için daha önce yazdığım bir gerçeği tekrar edeyim.
Toplumsal ve bireysel düzeyde damıtılmış bir siyaset kimlik demektir. Her siyaset öncelikle kimlik üstünden yapılır. Kimlik farkı, farklılığı, ayrıksılığı öne çıkarır. Ana sorun bu kimliğin demokratik bir kapsama sahip olup olmadığıdır. Yani dar ve dışlayıcı bir etnisite tarifinin sonucu olup olmadığıdır. Kürtlerin kimlik dedikçe siyaset yaptığını yerleşik düzen anlamak istemedi, Kürtler de ne kadar anladı bilinmez. Gene de bugün geldiğimiz nokta bu oluşumun ileri bir merhalesidir.
Bütün ve parça
Öbür taraftan siyasal iktidarın geliştirdiği ve gitgide hâkim hale getirmeye başladığı söyleme bakıyorum. Galiba bir kere daha aynı hatayı yapıyor ve Kürt sorununu Kürtlere ait bir kimlik meselesi olmaktan çıkarıp egemen kimliğin bir parçası, onunla tam bir uyum ve bütünleşme içinde bir kavram olarak ele alıyor. Yapısal, sistematik bütünlüğün bir unsuru olarak tanımlıyor onu.
Bu model sorun doğurabilir. Ulusal bütünlük istemek başka bir şeydir, bütün kimlik ve kültür kodlarını aynı düzeyde ve eşit görmek daha başka bir şeydir. Meseleyi böyle koyunca bugüne kadar yaşananlardan bir parmak öteye gitmek çok mu çok zorlaşır. Doğrusu, bunları kendi farklılıkları içinde ve kendilerine ait alanlarda tanımaktır.
Kaş yaparken göz çıkarmak işten bile değildir ama daha kaş yapmadan göz çıkarmak büsbütün ters olacaktır.