Kürt açılımı tartışmaları içinde hepimizin gözünden kaçan şey AK Parti'nin bir kuruluş yıldönümünü daha kutlamasıydı. Kürt konusunu daha çok irdeleyeceğimiz için AK Parti üstünde durmak ve bu siyasal oluşumun temel nitelikleri üstünde durmak ve birkaç şey söylemek istiyorum.
Çoğu insanın sandığı ve nev zuhur bazı politikacıların da şimdi kendilerine bir istikbal ararken bir örnek olarak hatırladığı üzere AK Parti iktidara bir gecenin içinde gelmedi. Öteki uzun tarihi, yani 1969'da Milli Nizam Partisi'nin kuruluşuyla birlikte başlayan İslam'ın politikada bir ideolojik eksen olarak tezahürü, bir yana bırakılsa bile bugünkü iktidar partisinin yakın dönem oluşumu 1994'te işlemeye başladı.
1991 seçimlerinde Refah Partisi çok küçük bir grupla Meclis'e girmişti ama o çatı altında son derecede etkin bir muhalefet sürdürüyordu. Bu hamle 1994'te bugünkü Meclis ve iktidar kadrosunu meydana getiren isimlerin önemli bir bölümü yapılan yerel seçimleri kazanmıştı ve belediye başkanı olmuştu. Dolayısıyla AK Parti'nin tabandan, taşradan ve yerel yönetimlerden doğduğu bir gerçektir.
Ne olmuştu da o yıl Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok yerleşim yerinde belediye başkanlıklarını Refah Partisi kazanmıştı?
Kimlik ve demokrasi
İlk ve en önemli cevabın 1980 sonrasında aranması gerekir. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasına doğru giden yıllarda merkezi devlet otoritesine dayalı, tek tipçi ulus devlet anlayışından beslenen, farklılıkları reddeden, belirgin bir etnik kimliği diğerlerinin önünde tutan model geniş ölçüde sarsılıyordu. 1989'da sadece duvar yıkılmadı, Soğuk Savaş da sona erdi. Böylece dünyanın birçok noktasında çok daha geçirgen, geçişli, yumuşak, çokluluğu öne çıkaran bir kimlik politikası öne çıktı. Yetmedi, bütün bu hareketlenme demokrasinin yeni tanımlarıyla bütünleşti. Daha doğrusu demokrasi ancak bu koşulları bünyesinde barındırıyorsa demokrasi olarak nitelendirildi.
Türkiye'de durum hem buydu hem de bundan fazlaydı. İşin bu yanına söylenecek fazla bir şey yok. Özal'lı yıllarla birlikte ve başlayan Kürt tartışmalarının etkisi altında kimlik konusu Türkiye'de de önemli bir dönüşüm geçirmişti. Ayrıca kimlik ve demokrasi tartışmaları laiklik tartışmalarını da tetiklemişti. Laiklik yeni bir anlayış bekliyordu. Bu da gidip gene kimlik politikasıyla bütünleşiyordu.
İslam, modernleşme, sağ
Öbür tarafta İslam sadece Türkiye'de değil Avrupa'da da politik bir ideolojiydi. Eski kıta sancılı bir biçimde de olsa İslam'ın bir politik ideoloji olarak kendi bünyesine yerleştiğini görüyordu. Bu süreç 1979'da İran İslam devrimiyle birlikte başlamıştı. Hiç ara vermeden devam etmişti. Türkiye'nin bundan etkilenmemesi olanaksızdı.
Tüm bu unsurlar yan yana gelerek önce 1991, ardından 1994 hamlesini oluşturdu. Ne var ki, Türkiye'nin çok farklı bir özelliği daha vardı. Türkiye 1950'den başlayarak modernleşmesini sağ partiler aracılığıyla gerçekleştirmişti. Bu partilerin tamamı İslam'la çok yakın bir ilişki içindeydi. Sorun bunun derecesiydi. 1991'den başlayarak bu ilişki çok daha açık ve rahat bir nitelik kazandı.
İslami oluşumlar 1983 sonrasında bugünküne oranla çok daha radikal bir çizgiyi savunuyordu ve şunu kabul etmek gerekir ki, o dönemin İslamcılığı modernleşmeyle daha gizli bir ilişki içinde kalan, ideolojik tercihi öne çıkaran bir kabule dayalıydı. İslam'ı da bu çerçeve içinde mütalaa ediyordu.
Bu oluşum gene de sanıldığından çok daha kapsamlıydı ve özünde bir sermaye hareketi barındırıyordu. Ben AKP ve Türk Sağı isimli kitabımda bu sermayeyi irdelemiş ve ona Anadolu sermayesi adını vermiştim. Böylece ortaya farklı bir sınıf, farklı bir ideoloji ve farklı bir siyaset çıkmıştı.
Gelişmeler 1998'de ana kırılmasını yaşadı ve AKP oradan doğdu. Çarşamba günü onu ele alacağım.