Bu, Antonioni'nin orijinal adı ' Büyütme' (Blowup) olan filminin Türkçedeki adıdır. Yanlış değildir. Çünkü, bir fotoğrafçı bir resim çeker. Onu büyüttüğünde yerde bir cesedin yattığını görür. Sonra gider, mahalline bakar ama artık ceset yoktur.
Tarihte faili meçhul kalmış siyasi cinayetlerin tamamı bu mantık içinde oluşur. Başlangıçta her şey ortadadır. Sonra birisi gerçeği görür ve arkası gelir. Evrak, kanıtlar, ipuçları hızla kararır, kaybolur: mahalde artık hiçbir şey bulunamaz işe yarayacak. Buna mukabil zaman içinde bu durum veya bu gerçek anlaşılır. Kamuoyu tarafından görülür ve izlenir. Kimse kör veya aptal olmadığı için bir siyasi cinayetin zamanla nasıl faili meçhul bir hale getirildiği de fark edilir. Daha da ilginç olanı siyasi faili meçhul davalarda failin daima devletle özdeşleşmesidir, özdeşleştirilmesidir . Doğrudur veya yanlıştır ama Kennedy suikasti bugün Amerikan 'derin devlet'ine atfedilmektedir ve bu artık bilinçlerde, vicdanlarda kazınmış bir hakikattir.
Türkiye'nin (faili) meçhulleri
Türkiye, faili meçhul cinayetleri çok somut bir gerçek olarak yaşadı. Bugün kitaplıkları dolduran sayısız cilt söz konusu cinayetlerin içyüzünü olmasa da gerçeğini ortaya koyuyor. Türkiye, 1980'lerin ortasından başlayarak bu cinayetlere sürüklendi. O tarihlerden başlayarak iki önemli açılım Türkiye'yi bu talihsiz yola sürükledi. Bunların ilki serbest piyasa ekonomisine geçiş ve devlet kontrolünün desteksiz bir biçimde ortadan kaldırılması sonucunda ortaya çıkan mafyalaşma kısa sürede bu cinayetlere bulaştı. İkincisi, o sıralarda patlayan Kürt meselesi ve PKK söz konusu mafyalaşmayla belli noktalarda iç içe geçti ve gene faili meçhul cinayetleri etkileyen bir faktör niteliği kazandı. Sonuçta bugün binlerce, evet binlerce faili meçhul cinayetin kanıyla Türkiye iç içedir.
Bunun ötesinde Türkiye'de kimilerine göre kontrol edilemeyen unsurların düşünce, bilim adamlarına, gazetecilere ve yazarlara karşı işlediği cinayetler söz konusudur. İttihat ve Terakki'nin Galata Köprüsü üzerinde fedailerine vurdurduğu Ahmet Samim'den başlayarak Uğur Mumcu'ya,
Bahriye Üçok'a, Muammer Aksoy'a kadar sayısız insan da bugüne kadar aydınlatılamayan cinayetlerin kurbanıdır.
Hiçbirine benzemez
Ama bunların hiçbirisi Hrant Dink cinayetine benzemez.
Hrant Dink cinayeti şimdi her geçen gün biraz daha iyi anlaşılıyor ki, adım adım tasarlanmış, devletin içinde pişirilmiş bir cinayettir. Bu akıl almaz durumu hazırlayan en önemli neden devletin içinde belli bir kesimin ve belli bir ideolojinin yanlısı olan çevrelerin Hrant Dink'in düşüncelerine, çalışmalarına karşı duyduğu tepkidir.
Şimdi Express dergisinin özel sayısından da derli toplu izlenebileceği gibi, Dink, devletin en üst düzeyindeki yetkililer tarafından çağırılıp gözdağı verilmiş, sayısız tehdide maruz kalmış, hakkında gene bir başka tehdit manasına gelecek biçimde 301'den dava açılmıştır.
Cinayet ise başlı başına bir muamma olmaya doğru gidiyor. Jandarmanın bilgi sahibi olması, katil zanlısıyla kurulan ilişkiler ve daha basına yansıyan ve yansımayan sayısız gösterge, bu cinayetin artık asla aydınlatılamayacağını, asla gerçek faillerinin bulunmayacağını ortaya koymuştur.
Ama kamuoyu bu cinayeti olabildiğince parlak bir ışığın, bir aydınlığın içinde görmektedir. Bu cinayet 'ben devletim' diyen bir mantıkla ve onun uzantılarıyla tasarlanmış, son derecede bilinçli ve hassas bir biçimde kurgulanmış ve sonuçlandırılmıştır.
Bu cinayeti hiçbir hukuk devleti taşıyamaz. Bu cinayeti ortaya çıkarmayan yargı kendini mahkum eder. Toplum ise, Etyen Mahçupyan'ın söylediği gibi 'daha az insan' olan insanlardan oluşur.
Evet, cinayeti gördük!